13-RA'D:

وَفِي الأَرْضِ قِطَعٌ مُّتَجَاوِرَاتٌ وَجَنَّاتٌ مِّنْ أَعْنَابٍ وَزَرْعٌ وَنَخِيلٌ صِنْوَانٌ وَغَيْرُ صِنْوَانٍ يُسْقَى بِمَاء وَاحِدٍ وَنُفَضِّلُ بَعْضَهَا عَلَى بَعْضٍ فِي الأُكُلِ إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَعْقِلُونَ {4} وَإِن تَعْجَبْ فَعَجَبٌ قَوْلُهُمْ أَئِذَا كُنَّا تُرَاباً أَئِنَّا لَفِي خَلْقٍ جَدِيدٍ أُوْلَـئِكَ الَّذِينَ كَفَرُواْ بِرَبِّهِمْ وَأُوْلَئِكَ الأَغْلاَلُ فِي أَعْنَاقِهِمْ وَأُوْلَـئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدونَ {5}

سورة الرعد (13) ص 250

وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالسَّيِّئَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِ وَقَدْ خَلَتْ مِن قَبْلِهِمُ الْمَثُلاَتُ وَإِنَّ رَبَّكَ لَذُو مَغْفِرَةٍ لِّلنَّاسِ عَلَى ظُلْمِهِمْ وَإِنَّ رَبَّكَ لَشَدِيدُ الْعِقَابِ {6} وَيَقُولُ الَّذِينَ كَفَرُواْ لَوْلا أُنزِلَ عَلَيْهِ آيَةٌ مِّن رَّبِّهِ إِنَّمَا أَنتَ مُنذِرٌ وَلِكُلِّ قَوْمٍ هَادٍ {7} اللّهُ يَعْلَمُ مَا تَحْمِلُ كُلُّ أُنثَى وَمَا تَغِيضُ الأَرْحَامُ وَمَا تَزْدَادُ وَكُلُّ شَيْءٍ عِندَهُ بِمِقْدَارٍ {8} عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ الْكَبِيرُ الْمُتَعَالِ {9} سَوَاء مِّنكُم مَّنْ أَسَرَّ الْقَوْلَ وَمَن جَهَرَ بِهِ وَمَنْ هُوَ مُسْتَخْفٍ بِاللَّيْلِ وَسَارِبٌ بِالنَّهَارِ {10} لَهُ مُعَقِّبَاتٌ مِّن بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهِ يَحْفَظُونَهُ مِنْ أَمْرِ اللّهِ إِنَّ اللّهَ لاَ يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتَّى يُغَيِّرُواْ مَا بِأَنْفُسِهِمْ وَإِذَا أَرَادَ اللّهُ بِقَوْمٍ سُوءاً فَلاَ مَرَدَّ لَهُ وَمَا لَهُم مِّن دُونِهِ مِن وَالٍ {11} هُوَ الَّذِي يُرِيكُمُ الْبَرْقَ خَوْفاً وَطَمَعاً وَيُنْشِئُ السَّحَابَ الثِّقَالَ {12}

Mal-i Şerifi

4. Yeryüzünde birbirine komşu kıtalar vardır. Üzüm bağları, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar vardır ki, hepsi bir tek su ile sulanır. Halbuki meyvelerinde birini öbürüne üstün kılıyoruz. Aklı eren bir kavim için bunda muhakkak ibretler vardır.

5. Eğer şaşıyorsan, asıl şaşılacak şey onların şu sözleridir: "Biz toprak olup gittikten sonra mı, yani biz gerçekten yeniden mi yaratılacağız?" İşte bunlar Rablerini inkâr etmişlerdir. Bunlar boyunlarında demir halkalar bulunanlardır. Ve işte bunlar cehennemliktirler, orada ebedî kalacaklardır.

6. Ayrıca senden iyilikten önce hemen kötülüğü getirmeni isterler. Oysa daha önce onlara misal olacak cezalar gelip geçmiştir. Ve gerçekten Rabbin, zulümlerine karşılık insanlara mağfiret sahibidir. Bununla beraber Rabbinin azabı da cidden çok çetindir.

7. O kâfirler: "Rabbinden ona bir mucize indirilmeli değil miydi?" derler. Sen bir uyarıcıdan başka bir şey değilsin ve her kavim için bir hidayetçi vardır.

8. Her dişinin neye gebe olduğunu Allah bilir. Ve rahimler ne eksiltir, ne arttırır, onu da bilir. O'nun katında her şeyin bir ölçüsü vardır.

9. Allah görünmeyeni de bilir, görüneni de. Büyüktür ve yücelerden yücedir.

10. Sizden sözü gizleyenle açığa vuran, gece gizlenenle gündüz açığa çıkan, O'nun açısından eşittir (hepsini görür ve bilir).

11. Her insan için önünden ve arkasından takip edenler vardır. Allah'ın emrinden dolayı onu gözetirler. Allah bir kavme verdiğini, o kavim kendisini bozup değiştirmedikçe değiştirmez. Allah bir kavme de kötülük murad etti mi, artık onun geri çevrilmesine de imkan yoktur. Onlar için Allah'dan başka bir veli de bulunmaz.

12. Size korku ve ümit içinde şimşeği gösteren ve o yağmur yüklü bulutları meydana getiren O'dur.

4- Yeryüzünde birbirine komşu olan kıtalar da vardır, birbirine yakın veya bitişik oldukları halde durumları ve özellikleri birbirine benzemez. İklimleri ve yeryüzü şekilleri ne kadar farklı farklıdır. Şurası çorak, burası münbit ve verimli; şurası düz, orası engebeli ilh... Tabiat kendi üzerinde hükümran olsa bütün bunlar olabilir mi? Ve türlü türlü üzüm bahçeleri ve ekinler ve hurmalıklar vardır ki, çatallı ve çatalsız bunların hepsi bir tek sudan sulanır. Yani tabiat şartları ve sebepleri hepsinde eşittir. Böyle iken Biz onların yemişlerinde bazısını diğerine üstün kılarız. Üzüm üzüme, hurma hurmaya benzemez. Bir ağaçta, aynı dalda yanyana biten iki yemişin biri öbüründen daha lezzetli olur. Demek ki, tabiat ilâhî kudretin etkisi ile şimdi de değişip durmaktadır. Ve bu herkesin yakından görüp anlayabileceği bir delildir.

Hiç şüphesiz bunda, yani yaratılışın tek kaynaktan doğmuş ve tek tabiat maddesi olmuş olmakla birlikte, bugünkü ayrıntılı hale gelmiş ve çeşitlilik kazanmış olmasında aklı olan bir kavim için elbette birçok âyetler vardır. Aklı olan ve aklını iyi kullanan, aklın gereklerini yerine getiren kişiler veya toplumlar herhalde aslı tek tip, tekdüze olan bu tabiat üzerinde bu kadar yenilikleri ve değişiklikleri yapıp duran yaratıcı kudretin ilk baştan olduğu gibi, yeni baştan yaratmaya da kadir olduğunu anlar ve Allah huzurunda toplanmanın bir gerçek olduğuna yakîn hasıl ederler. (En'âm Sûresi'nde "Şüphesiz ki Allah, taneleri ve çekirdekleri yarandır." âyet 95 ve devamı olan âyetlere bakınız). İşte bunları anlamayanların ya akılları yoktur, ya da akıllarını kullanmayıp kendi heva ve hevesleri peşinde koşarlar.

5- Ve ey okuyucu, ey muhatap, şayet sen teaccüp edersen, bir şeye şaşıp kalacak olursan işte asıl şaşılacak şey, asıl acaip bulunacak şey onların, (yani o inkârcıların) şu sözleridir: Biz çürüyüp toprak haline geldiğimiz vakitte mi gerçekten yeni bir yaratılış içinde bulunacağız? Yani bunca âyetler karşısında onların işte böyle diyerek ahireti inkâr etmeleri, asıl şaşılacak şeydir. Yeniden yaratılış şaşılacak acaip bir şey değildir, asıl şaşılacak olan şey, onu inkâr etmektir. Âlemdeki bu kadar değişme ve yenilenmeyi ve bu değişikliklerdeki akışı görüp dururken Allah'ın kudretinden yeni bir yaratmayı, diriltmeyi ve meâdı akıl dışıymış, olamazmış, gibi görmek cidden çok tuhaf bir düşünce tarzıdır. İşte bunun kadar tuhaf ve anlamsız bir şey yoktur. İşte bunlar öyle kimselerdir ki, Rablerini inkâr etmiş ve kâfir olmuş kimselerdir. Yani ahireti inkâr etmek Allah'a küfretmektir. Çünkü Allah'ın kudretini, ilmini, rablığını ve vahyinin doğruluğunu inkâr etmenin sonucudur. Bunlar bu dünyada kendilerine hayat ve irade veren Allah Teâlâ'yı ne yaptığını bilmeyen veya yaptığını zorunlu olarak yapan bir tabiatten ibaret sanarak, O'nun rablığına karşı inkârda bulunup nankörlük yaptıkları için öyle derler ve onlar, o kâfirler öyle bedbaht kimselerdir ki, tomruklar boyunlarındadır. İsyankarlık ve günah tomrukları şimdiden boyunlarına geçmiş sürüklenip durmaktadırlar. Veya kıyamet gününde öyle boyunlarında tomruklar olarak sürükleneceklerdir. Ve yine onlar, o gidişte, o durumda olanlar ateş sahibidirler, cehennem ateşine layık ve ondan ayrılmayacak sürekli olarak ateşle arkadaş olacak olan kimselerdirler hep onda, (o cehennem ateşinde) ebedî olarak kalacaklardır.

6- Bir de sana iyilikten önce kötülüğü isti'cal ederler, kötülüğü öne alırlar. İyiliği, güzelliği bir yana bırakırlar da kötülüğe ve azaba ivedilik isterler. Yani, ey hak peygamber! Sen müjdeci ve uyarıcı olduğundan dolayı, birçok güzel şeyler müjdeler ve fenalıklardan sakındırmaya çalışırsın, fenalıkların sonucu hakkında uyarırsın. Onlarsa iman ile amel, afiyet, hidayet, nusret, sevap, rahmet ve ihsan gibi güzel şeyleri bırakırlar da kendileri hakkında kötü olan şeyleri isterler. Ve "bizi korkutmak istediğin o azabı ne diye erteliyorsun? Onun hemen şimdi başımıza indirsene..." diye iverler. Ki, bu onların boyunlarına geçmiş olan tomruklardan birisidir. Halbuki onlardan önce birçok misaller geçmiştir. Geçmiş zamanda, eski ümmetlerde böylelerine ne çetin azaplar inmiştir. Onları düşünüp ibret almazlar da kötülükte acele ederler. Rabbin ise şüphesiz insanlar için büyük mağfiret sahibidir onlar zulüm üzerine iken. Yani, onlar zulüm ile kendilerine yazık ederlerken Allah onları hemen hesaba çekmez de günahlarını örtbas eder, tevbe etmeleri, kendilerini çekip çevirmeleri için onlara imkan ve zaman tanır. O her zaman rahmetini gazabına üstün tutar: "Eğer Allah insanları yaptıklarından dolayı hemen hesaba çekecek olsaydı, yeryüzünde debelenen bir tek canlı bırakmazdı" (Fatır 35/45).

Bununla beraber yine de şüphe yok ki, Rabbin, cezası çok çetin olandır.

7- Üstelik o küfredenler derler ki: onun üzerine Rabbinden bir âyet indirilse idi ya! Yani, ey Muhammed!

Sana indirilen bunca âyetlere, mucizelere inanmazlar, onları inkâr ederler de, tomruk gibi boyunlarına geçmiş olan o küfür yüzünden şimdiye kadar sana gönderilmiş olan âyetleri senin hak peygamberliğine delil saymazlar da "bir âyet indirilse idi" diye dillerini tutacak bir cebir mucizesi ister dururlar. Bunlara karşı sen ancak bir uyarıcısın, yani olsa olsa bunları bu tutumlarının yanlışlığı konusunda uyarır, inzar edersin. Çünkü bunların müjde ile hiçbir ilişkileri yoktur. Bu durumda sen onlara müjde verecek veya bu halkı zorla hidayete erdirecek, yola getirecek değilsin. Bunlar hakkında görevin sadece uyarıda bulunmaktan ibarettir. Her kavim için bir hidayetçi vardır.

8- Allah ki, hidayeti yaratan O'dur, o Allah, bilir her dişinin neye gebe olduğunu. Gerek insandan, gerek öbür canlılardan, yani hayvanlardan ve bitkilerden herhangi bir dişinin hangi şeye gebe olduğunu, hangi tohumdan döllenip gebe kaldığını, helaldan mı yoksa haramdan mı olduğunu, erkek midir, dişi midir, yaşıyacak mı, yaşamıyacak mı, said mi, şakî mi ilh... Mümin mi, kâfir mi olacaktır hepsini bilir. Ve rahimler neler eksiltir, neler üretir ve artırır onu da bilir. Rahimler gebe kalınca nasıl çalışır, hangi maddeleri üretir, hangi toksinleri atar, hangilerini salgılayıp ceninin gelişmesine katkı yapar, kendi bünyesinden gizliden verdiği, eksilttiği nedir, arttırdığı, kazandığı nedir, beslediği, büyüttüğü nedir? Hamileliğinde neyi sakatlar, neyi tamamlar? Ayrıca bütün bu çalışmaların sonucunda doğacak olan erken mi, geç mi, yoksa tam zamanında mı doğacaktır? Bir tane mi, yoksa ikiz veya daha fazla mı olacaktır?

İşte Allah, bütün canlı türlerinde bu bilinmez sanılan şeylerin hepsini bütün ayrıntılarıyla bilir. Normalden farklı olan erken doğumlar veya sakat doğanlar bile körükörüne ve kendiliğinden olmuş şeyler değildir, sırlar âleminde Allah'ın ilmi ve iradesi sayesinde meydana gelen olaylardır. İşte bütün bunlar tabiatçı ve maddeci felsefe aleyhine birer ilâhî irade delilidir. Bilimsel yönü olduğu da kesindir. Hayatın ilimle bilinecek bir dış yüzü, olayların maddî sebeplere ve şartlara bağlı olarak meydana geliş şekli vardır ki, işin bu kadarı ilimle bilinebilir. Ancak ilâhî bilgi böyle gözleme dayalı bir bilgi değildir: O hayatı yönlendiren ve bildiğini bildiği ve dilediği gibi yapan, yaratan bir kudret sahibinin bilgisidir. O bütün incelikleri, bütün tedbirleri ve sonuçları içeren bir bilgidir. O, bilir ve dilediğini yapabilir. Bir rahmin döktüğü kan, yaptığı salgı, yetiştirdiği yumurta, elde ettiği döllenme (telkıh), beslediği yavru, eksik veya fazla sahip olduğu bütün faydalar veya özellikler, hayat için gerekli olan her şey bir bilgi ve hesap iledir. Ayrıca sadece bunlar değil, her şey Allah'ın katında bir miktar iledir. Bir ölçü iledir. Başından sonuna kadar belli sınırlar içinde bir takdir iledir. Her şey kendi özünde ve haddi zatında ölçülmüş, biçilmiştir. Her şeyin haddi ve hududu vardır, varlıklar ve canlılar arasında kendine mahsus bir yeri vardır. Yaratılış kademelerinde aşamıyacağı belli bir sınırı, bir ömrü ve kendine mahsus bir durumu bulunmaktadır. Ve zincirleme olarak bütün sebepler silsilesi bütünüyle Allah'a dayanır: O'nun ilmi ile çerçevelenmiş olmayan hiçbir şey yoktur. Her şeyin kendi özünde herhangi bir varlık mertebesinde meydana gelişi veya meydana gelmeye kabiliyetli oluşu, Allah Teâlâ'ya göre hazır bir ilimdir, olacağı da olmuş gibi bilir, O'nun bilgisi dışında zaten bir şey olamaz.

9- O gizliyi, gaybı da bilir, açık ve aleni olan şeyleri de bilir. Allah, duyularla algılanamayan şeyleri de bilir, hazır olanı da bilir. Veyahut yok alanı da bilir, mevcut olanı da bilir. Şu halde peygamberden başka türlü bir âyet, değişik bir mucize isteyenlerin, bunu hidayet için mi, inat için mi istediklerini de bilir. Kebirdir, yani her şey kendisinden daha küçük olan ve hiçbir şekilde, hiçbir çerçeveye sığdırılamayan tek ve biricik büyüktür. Mütealdir. Yani, her şeyden üstün, miktar ve sınırlılık gibi yaratılmışlara mahsus olan sıfat ve özelliklerden münezzeh, eşsiz ve yücedir. Yüceler yücesidir. Bundan dolayı hidayet O'na aittir. O'nun ilim ve kudreti dışında kalacak ve huzuruna çıkıp hesap vermeyecek hiç bir şey yoktur.

10-O'nun açısından eşittir aranızdan sözünü gizleyen, inkârı gönlünden geçiren açıklayan, onu başkasına söyleyen, geceleyin saklanan ve gündüzleyin açıkta gezip dolaşan arasında fark yoktur. Yani hepsini eşit olarak ve aynı seviyede işitir, görür ve bilir.

11- Her biri için önünden ve arkasından birtakım muakkipler, takip edici, izleyici kuvvetler vardır ki, onu hıfzederler, her birinin sözünü ve işini kaydederler veya sürekli olarak izleyip korurlar, muhafaza ederler. Ki, onlar Allah'ın emrindendirler. Yani bu takip edici güçler veya bu koruyucu kuvvetler "De ki, ruh Rabbimin emrindendir" (İsra, 17/85) âyeti gereğince Allah'ın emrinden ibaret olan birtakım ruhlar veya meleklerdir. Bundan dolayı her birinizin bütün söyledikleri ve yaptıkları, Allah Teâlâ'nın kontrolü, gözetimi, gözlemi ve izlemesi altındadır. Bütün oluşları ve olayları ile hayat her bakımdan O'nun yönetimindedir. O halde hepsi bilinen, her yönüyle kontrol edilen ve inceden inceye izlenen bir şeyin gizlisi, açığı olur mu? Sizce gizli veya açık diye adlandırılan bütün sözleriniz ve bütün davranışlarınız karşılıksız kalır mı? Muhakkak ki, Allah, herhangi bir kavimdeki hali değiştirmez, onlara bahşettiği nimet ve ikbali ya da iyi, kötü herhangi bir hali ve hasleti değiştirmez ta onlar kendi özbenliklerindekini değiştirinceye kadar. Yani, kavimler bir süre için iradelerinde serbesttirler ve sorumlulukları iradelerine göredir. Şimdiye kadar hep böyle olagelmiştir, bundan sonra da böyle olacaktır. (Enfal Sûresi'nde "Bu, Allah'ın bir kavme verdiği nimeti, onlar kendilerindekini değiştirmedikçe değiştirmeyeceğinden böyledir" meâlindeki (âyetin tefsirine bkz: 8/53). Bununla beraber Allah bir kavme bir fenalık murad ettiği vakit artık onu geri çevirecek hiçbir kuvvet yoktur, onun önlenmesine imkan yoktur. İsteseler de istemeseler de Allah'ın murad ettiği o kötülük, geçici ise geçici olarak, ebedî ise ebedî olarak mutlaka meydana gelir ve hiçbir şekilde önlenemez. Ve onların Allah'dan başka bir velileri de yoktur. Ki, ona bir çare bulsun.

12- O (Allah), odur ki, size şimseği gösterir korku ve tama' içinde, şimşeği çaktırır ve onu size gösterir. Siz de onu görünce hem korkarsınız, hem de ümide kapılırsınız. Yani yıldırım düşmesinden korkarsınız, hem de o karanlıkları yaran yaldırayışından neşelenir, arkasından rahmet beklersiniz, ekinlerinizden bereket ümit edersiniz. Kur'ân ve özellikle bu sûre de işte böyledir. Ve O (Allah) ağır bulutlar inşa eder. Yani hafif hafif buhar zerreciklerinden havaya uzanıp çekilmiş, yağmurla dolu olan ağır bulutlar meydana getirir. Ki, geleceğin iman feyzi ile gönülleri dopdolu olan mümin toplumlarını da Allah böyle inşa edecektir.