13-RA'D:

 قُلْ مَن رَّبُّ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ قُلِ اللّهُ قُلْ أَفَاتَّخَذْتُم مِّن دُونِهِ أَوْلِيَاء لاَ يَمْلِكُونَ لِأَنفُسِهِمْ نَفْعاً وَلاَ ضَرّاً قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الأَعْمَى وَالْبَصِيرُ أَمْ هَلْ تَسْتَوِي الظُّلُمَاتُ وَالنُّورُ أَمْ جَعَلُواْ لِلّهِ شُرَكَاء خَلَقُواْ كَخَلْقِهِ فَتَشَابَهَ الْخَلْقُ عَلَيْهِمْ قُلِ اللّهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ {16} أَنزَلَ مِنَ السَّمَاء مَاء فَسَالَتْ أَوْدِيَةٌ بِقَدَرِهَا فَاحْتَمَلَ السَّيْلُ زَبَداً رَّابِياً وَمِمَّا يُوقِدُونَ عَلَيْهِ فِي النَّارِ ابْتِغَاء حِلْيَةٍ أَوْ مَتَاعٍ زَبَدٌ مِّثْلُهُ كَذَلِكَ يَضْرِبُ اللّهُ الْحَقَّ وَالْبَاطِلَ فَأَمَّا الزَّبَدُ فَيَذْهَبُ جُفَاء وَأَمَّا مَا يَنفَعُ النَّاسَ فَيَمْكُثُ فِي الأَرْضِ كَذَلِكَ يَضْرِبُ اللّهُ الأَمْثَالَ {17} لِلَّذِينَ اسْتَجَابُواْ لِرَبِّهِمُ الْحُسْنَى وَالَّذِينَ لَمْ يَسْتَجِيبُواْ لَهُ لَوْ أَنَّ لَهُم مَّا فِي الأَرْضِ جَمِيعاً وَمِثْلَهُ مَعَهُ لاَفْتَدَوْاْ بِهِ أُوْلَـئِكَ لَهُمْ سُوءُ الْحِسَابِ وَمَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ وَبِئْسَ الْمِهَادُ {18}

Meâl-i Şerifi

16. De ki: "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" De ki: "Allah'dır". De ki: "Allah'dan başkalarını, o kendi kendilerine ne bir fayda, ne de bir zarar verebilenleri dostlar mı ediniyorsunuz?" De ki: "Hiç kör ile gören bir olur mu? Hiç karanlıklarla aydınlık bir olur mu?" Yoksa Allah'a, O'nun gibi yaratan birtakım ortaklar buldular da, bu yaratış kendilerince birbirine benzer mi göründü? De ki: "Allah, her şeyi yaratandır. O, birdir. Her şeye üstün ve kahredicidir."

17. Gökten bir su indirdi de vadiler, kendi miktarlarınca sel olup aktılar. Sel de suyun yüzüne çıkan bir köpük yüklendi. Bir zinet eşyası veya bir değerli mal yapmak için, ateşte üzerini körükledikleri madenlerden de onun gibi bir köpük meydana gelir. İşte Allah hak ile batılı böyle çarpıştırır. Fakat köpük atılır gider, insanlara faydası olan ise yerde kalır. İşte Allah böyle misaller verir.

18. Rablerinin emirlerine uyanlar için daha güzeli vardır. O'na itaat etmeyenler ise, yeryüzünde bulunan ne varsa hepsi kendilerinin olsa da onu ve bir o kadarını bütünüyle kurtuluş fidyesi olarak verirlerdi. İşte onlar, hesabın kötüsü kendileri için olanlardır. Varacakları yer de cehennemdir. Orası da ne fena yataktır.

16- Ey Muhammed! De ki: Göklerin ve yerin Rabbi kimdir? Onlara işte bunu sor ve onların cevabını beklemeden de ki, Allah'dır. De ki: Siz O'nu bırakıp da başkalarından birtakım dostlar mı edindiniz? Sizin ümit beklediğiniz, işinizi görür sanıp himayelerine sığındığınız o veliler, o putlar öyle aciz, öyle zavallılardır ki kendi kendilerine ne bir faydaya, ne de bir zarara malik değiller. Size fayda vermek şöyle dursun, onlar kendi kendilerine de fayda veya zarar veremezler. Böyle şeylere onların güçleri yetmez. bir fayda yaratamaz, kendilerine gelecek bir zararı bile önleyemezler. Ancak Allah izin verir, takdir ederse fayda hasıl olur ve zarar önlenir. Cansız cisim ve katı madde olan putlar kendi kendilerine yapmak ve etki etmek gücünden nasıl yoksun iseler, Allah'a karşı bütün varlıklar da aynı durumdadır. De ki: Hiç kör görenle eşit olur mu? İbadetin hakkını ve layıkını bilmeyen cahil, müşrik, kalb gözü kör olan bir âma, onu bilen, Allah'ın birliğini tasdik eden bir muvahhidle, hakkı ve hakikatı görüp kabul eden bir basiret sahibi ile bir olur mu? Burada âma, Hak'dan gafil olan; basir de Hakk'ı bilen hakikatı kabul edendir. Yahut âma, gafil mabud, yani put; basir de her şeyi gören ve bilen gerçek mabud, yani Allah'dır. Kudreti ve kudretinin belgeleri bu kadar açık ve belli olan Allah'a karşı nedir bu körlük? Ve karanlıklar nurla eşit olur mu? Küfür ve şirk kat kat karanlıklardır: Delili yoktur, önü karanlık, sonu karanlık, katmerli bilgisizliktir. Marifetullah, yani Allah bilgisi ve Allah'ın birliği inancı olan tevhid ise bir nurdur. Önü, sonu belli, her bakımdan açık ve parlaktır. Aklı olan nasıl olur da tevhid nurunu bırakır, şirk karanlığına saplanır? Bu ne körlük, ne budalalıktır? O müşrikler yoksa Allah'a ortaklar mı uydurdular ki, bu uydurdukları O'nun yaratması gibi, gökleri ve yeri ve bütün bunlardaki varlıkları yaratması gibi birtakım mahluklar yarattılar da bu yüzden yaratılış onların kafalarını mı karıştırdı? Allah'ın yarattıkları ile onların yarattıkları ayırt edilemiyecek derecede birbirine benzedi de bu yüzden şüpheye mi düştüler? Böyle bir şey imkan ve ihtimal dahilinde midir ki, hatalarının mazereti budur denilebilsin? Sen onlara de ki Allah, her şeyin halikıdır. Şey denebilen ne varsa hepsini yaratan O'dur. Hatta "Allah sizi de, sizin yaptıklarınızı da yaratandır" (Saffat, 37/96) gereğince, sizin yaptığınız şeylerin de gerçekte yaratıcısı O'dur. Ve O, birdir, O kahhardır.Yaratıcılıkta, tanrılıkta ve rablıkta eşi ve benzeri olmayan ve bütün yaratılmışları hükmü altına alan ve onların mukadderatını kudretiyle elinde tutan bir Rabdır.

17- Gökten bir su indirdi de vadiler alabildiğince sel oldu, kuru ve katı maddeler hayat feyziyle harekete geçti ve can buldu. Sel de yüze gelen bir kef (köpük) yüklendi, bir zinet eşyası veya bir kap kacak yapmak maksadıyla ocak üzerine koyup ateş yaktıkları şeylerden de onun gibi bir kef oluşur. Yani Allah Teâlâ, yeryüzüne, toprağa sudan başka altın, gümüş, bakır, kalay ve daha başka madenler de indirmiştir. İnsanlar bunları taki için veya kullanacak kap kacak, araç gereç yapmak için eritmek ve süzmek maksadıyla üzerlerine ocak yakarlar, onlar da Allah'ın her birine ihsan ettiği bir ısı derecesine gelince erirler, su gibi bir sıvı haline gelirler. Sel sularında olduğu gibi, bu eriyikler üzerinde de bir küf, bir köpük oluşur. Binaenaleyh birbirine benzeyen iki köpük bulunur ki, birincisinde insanın hiçbir rolü olmadığı halde, ikincisinde insanların emek ve çabaları da bulunur. Allah hak ile batıla böyle misaller getirir. Böyle temsiller ve tasvirler yapar. İmdi o köpük, yani her iki misalde söz konusu edilen o kef, o köpük, atılır gider. Ki batıl işte böyledir: Hak ve hakikat kaynayıp coşarken, batıl her ne kadar bazan üste çıkmış görünse de nihayet köpük ve kef gibi atılır ve kaybolur gider. Amma insanlara faydası olan yerde mekseder, yani köpük gibi kaybolup gitmez, yerinde kalır. Su kısmen göllere nehirlere katılır, kısmen de toprak altına sızarak yer altı su kaynaklarını oluşturur ve besler, pınarlar, kuyular halinde insanlara fayda sağlar. İzabe edilmiş, süzülmüş madenler de takı veya eşya yapılır. Elden ele dolaşır, bir süre insanlar onlardan faydalanır. İşte hak da böyledir. Gökten indirilen ve hayat kaynağı olan halis su, hak vahyinin, yani Kur'ân-ı Kerim'in temsilidir. Ki bunda insan emeğinin hiçbir payı yoktur. Ocaklarda eritilip izabe edilen madenler de insan eli ve emeği ile, insanların araştırma ve tecrübeleri ile elde ettikleri beşerî bilgilerin temsilidir. Bunların her ikisi de hakikatte ve aslı itibariyle yine Allah vergisidir. Allah, işte böyle meseller verir. Böylece birçok hakikatleri açıklayan ve dile getiren güzel temsillerle hakka davet eder.

18- Rablerine icabet edenler için, davet hakkı yalnızca kendisine mahsus olan Allah Teâlâ'nın davetini dinleyip kabul eden kullar için en güzeli vardır. Onlar için karşılığında en güzel sonuç vardır ki, o cennettir. O'na icabet etmeyenler, hak davetini dinlemeyenler ise yeryezündeki şeylerin hepsi ve bir o kadarı daha kendilerinin olsa, elbette hepsini feda edip (yani fidye olarak ödeyip) kurtulmak isterlerdi. Bunlar yok mu bunlar? Hesabın kötüsü işte bunlar içindir. Ve varacakları yer cehennemdir. Ve o ne fena yataktır.

Gelelim hak davetinin ne olduğuna ve ona icabet etmeyenlerin durumu ile, güzel akıbetin ve kötü hesabın ayrıntılı olarak açıklamasına: