12-YUSUF:

فَلَمَّا رَجِعُوا إِلَى أَبِيهِمْ قَالُواْ يَا أَبَانَا مُنِعَ مِنَّا الْكَيْلُ فَأَرْسِلْ مَعَنَا أَخَانَا نَكْتَلْ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ {63}

سورة يوسف (12) ص 243

قَالَ هَلْ آمَنُكُمْ عَلَيْهِ إِلاَّ كَمَا أَمِنتُكُمْ عَلَى أَخِيهِ مِن قَبْلُ فَاللّهُ خَيْرٌ حَافِظاً وَهُوَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ {64} وَلَمَّا فَتَحُواْ مَتَاعَهُمْ وَجَدُواْ بِضَاعَتَهُمْ رُدَّتْ إِلَيْهِمْ قَالُواْ يَا أَبَانَا مَا نَبْغِي هَـذِهِ بِضَاعَتُنَا رُدَّتْ إِلَيْنَا وَنَمِيرُ أَهْلَنَا وَنَحْفَظُ أَخَانَا وَنَزْدَادُ كَيْلَ بَعِيرٍ ذَلِكَ كَيْلٌ يَسِيرٌ {65} قَالَ لَنْ أُرْسِلَهُ مَعَكُمْ حَتَّى تُؤْتُونِ مَوْثِقاً مِّنَ اللّهِ لَتَأْتُنَّنِي بِهِ إِلاَّ أَن يُحَاطَ بِكُمْ فَلَمَّا آتَوْهُ مَوْثِقَهُمْ قَالَ اللّهُ عَلَى مَا نَقُولُ وَكِيلٌ {66} وَقَالَ يَا بَنِيَّ لاَ تَدْخُلُواْ مِن بَابٍ وَاحِدٍ وَادْخُلُواْ مِنْ أَبْوَابٍ مُّتَفَرِّقَةٍ وَمَا أُغْنِي عَنكُم مِّنَ اللّهِ مِن شَيْءٍ إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَعَلَيْهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ {67} وَلَمَّا دَخَلُواْ مِنْ حَيْثُ أَمَرَهُمْ أَبُوهُم مَّا كَانَ يُغْنِي عَنْهُم مِّنَ اللّهِ مِن شَيْءٍ إِلاَّ حَاجَةً فِي نَفْسِ يَعْقُوبَ قَضَاهَا وَإِنَّهُ لَذُو عِلْمٍ لِّمَا عَلَّمْنَاهُ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ {68}

Meâl-i Şerifi

63. Böylece dönüp babalarına geldikleri vakit, dediler ki: "Ey babamız! Bizden ölçek menedildi (bize zahire verilmeyecek). Bu kere kardeşimizi de bizimle gönder ki, ölçek alabilelim. Biz onu kesinlikle koruyacağız."

64. Babaları dedi ki: "Ben onu size nasıl emanet ederim? Ya bundan önce kardeşini emanet ettiğimde olan gibi olursa! En hayırlı koruyucu Allah'dır ve O, merhamet edenlerin en merhametlisidir."

65. Derken yüklerini açtılar ve sermayelerini kendilerine geri verilmiş olarak buldular. Dediler ki: "Ey babamız! Daha ne isteriz? İşte sermayelerimiz de bize iade edilmiş. Bununla yine ailemize zahire alır getiririz, kardeşimizi de koruruz, üstelik bir yük daha fazla zahire alırız. Zaten bu aldığımız pek az bir zahiredir."

66. Babaları dedi ki: "Hepiniz çaresiz kalmadıkça onu bana mutlaka getireceğinize dair Allah'dan bir yemin vermedikçe, onu, kesinlikle sizinle göndermem". Onlar da Allah'a and içerek babalarına söz verince, babaları dedi ki: "Bu söylediklerinize Allah vekildir".

67. Ve dedi ki: "Ey yavrularım! (şehre) hepiniz bir kapıdan girmeyin de ayrı ayrı kapılardan girin. Gerçi ben ne yapsam, Allah'ın takdirini sizden engelleyemem. Hüküm yalnızca Allah'ındır. Onun için bütün tevekkül edenler O'na tevekkül etmelidirler."

68. Ne zaman ki, şehre vardılar, o zaman babalarının kendilerine emrettiği şekilde girdiler. (Gerçi bu şekilde girmeleri) onlar hakında Allah'ın takdir ettiği hiçbir şeyi önleyemezdi, bu sadece Yakub'un içinden geçirdiği bir isteğin yerine getirilmesi oldu. Şüphesiz o, ilim sahibiydi, çünkü ona biz öğretmiştik. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.

63- Ey babamız, dediler, kile bizden engellendi. Yani gelir gelmez, daha yüklerini bile açmadan, babalarına gördükleri ihsan ve ikramdan söz etmeden, ilk ağızda böyle acı bir haber ile söze başladılar. Yusuf'un ileriye dönük bir şart olarak öne sürdüğü bu sözü, onlar mutlak anlamda kullanarak istekte bulunmaya başladılar. Gerçi maksatları "Eğer kardeşimizi götürmezsek bundan böyle Mısır'dan zahire alabilmemiz yasaklandı" demekti. Fakat onlar bunu babaları üzerinde etki aracı olarak kullanmak için sanki elleri boş gelmişler, bütün zahmetleri boşa gitmiş gibi mutlak anlamda bir yasaklanma şeklinde ifade etmişlerdir. Bu sözün arkasından da asıl maksadı üzerine basa basa vurgulamışlar: Şu halde kardeşimizi bizimle gönder ki zahire alabilelim, bize güven, emin ol; biz onu elbette muhafaza ederiz, koruruz.

64-Babaları onların teklifini red ile kabul arasında bir cevapla karşıladı: Dedi ki: Onu size emanet edeyim mi? Yani, etmem, nasıl edebilirim? Ancak bundan önce kardeşi hakkında güvendiğim gibi güvenmiş olurum. Yani bu güvenmem, layıkıyle bir güvenme olmaz. Olsa olsa kardeşini güvendiğim gibi güvenmiş olacağım. Bu ifade hem sitemi, hem de reddi ifade eder. Biliyorsunuz ya! Bundan önce Yusuf'u size emanet ettim de ne oldu? Onun hakkında da böyle bastıra bastıra "Muhakkak ki, biz onu koruruz" (âyet 12) demiştiniz de ne yaptınız? Koruyabildiniz mi? Artık bunun hakkında "onu biz elbette koruruz" demenize güvenebilir miyim? İmdi Allah'dır en hayırlı koruyucu. Korursa O korur. Allah korumayı istediği takdirde mutlaka korur ve Allah koruyanların en hayırlısıdır. Korumayı murad edince, nerde olsa, nasıl olsa korur ve en mükemmel, en hayırlı bir şekilde korur. Her türlü tehlikelerden kesinlikle uzak tutar ve korur. Onun için onu Allah'ın korumasına emanet etmek daha hayırlıdır. Ve O, erhamürrahîmdir, merhametlilerin en merhametlisidir. O'nun rahmetinden ve kereminden beklenir ki, onu korur da bir musibet, bir acı daha vermez.

65- Ne zaman ki yüklerini açtılar, sermayelerini kendilerine iade edilmiş olarak buldular. Demek ki, babalarıyla konuşmaları daha yüklerini açmadan önce, gelir gelmez olmuştu. Demek ki, ilk iş olarak kardeşlerine babalarından izin koparmak peşinde idiler. Böylece Yusuf'un bu ikinci tedbiri, ümit ettiği gibi, ikinci bir teşvik unsuru olmuştu: Babalarına "daha ne isteriz?" diye bunu da bildirdiler...

66-Ancak babaları bununla da yetinmiyerek: Onu kesinlikle sizinle göndermeyeceğim, ta ki, Allah'dan bana bir and ve misak verirseniz. Yani, Allah'a yemin ederek bana söz vermedikçe onun sizinle gitmesine kesinlikle izin vermeyeceğim. Allah'a yemin ederseniz, ki, onu muhakkak bana geri getireceksiniz, ancak hepiniz ihata edilmiş olursanız o başka. Yani hepiniz, her bakımdan yenik düşmüş ve çaresiz kalmış, hepiniz helak olmuş, gücünüz tükenmiş bir vaziyete düşmedikçe, onu bana geri getireceğinize dair Allah'a yemin ederek bana söz vermeden onu sizinle göndermem.

Kaderin ne kadar dikkat çekici bir cilvesidir ki, yemini son derece sağlam surette ifade olunan bu istisna ile Yakup Aleyhisselâm, ileride başlarına gelecek ihata (kuşatılıp çaresiz kalma) durumunu sanki bilerek önceden açığa vurmuş ve sanki öyle bir durumdaki mesuliyetsizliği belgelemiştir. Onun için demişlerdir ki, Yani, "bela, dile dayalıdır." Ağızdan çıkan başa gelir.

Bunun üzerine ne zaman ki babalarına misaklarını verdiler, o da bu söylediklerimize Allah vekildir dedi.Yine çok dikkat çekicidir ki "Allah şahit" veya "Allah kefil" dememiş de "Allah vekil" demiştir. Demek ki, maksadı yalnızca şahitlik değil, icraattır. Demek ki, bu konuda kefalete de ihtiyaç yoktur. "Muhakkak ki, O, herşeye vekildir" (En'âm, 6/102; Hûd, 11/12) âyeti ise bu konuda kesin ve mutlaktır. Yani, O'nun tevfiki olmadan biz bu sözleri, bu teahhütleri yerine getiremeyiz. Bizim hesabımıza bunları icra ediverecek, gerçekleştirecek irade ve kudret ancak O'nundur. Bu konuda muvaffakiyeti O'ndan dileriz. Ayrıca şunu da tembih etti:

67- Ey oğullarım, dedi, hepiniz tek kapıdan girmeyiniz, ayrı ayrı kapılardan giriniz!

Demişlerdir ki, bu tavsiyenin sebebi, toplu bir şekilde girince göze çarpacaklar, dikkat çekeceklerdi. O zaman da bir haset yüzünden belki başlarına bir iş gelebilecekti. Onları böyle bir duruma düşmekten sakındırmak için bu tavsiyeyi yapmıştır. Çünkü birinci seferinde oğulları Mısır'da tanınmış ve Yusuf'dan gördükleri ikram ve ilgi yüzünden özellikle görevliler tarafından tanınan, bilinen kişiler olmuşlardı. Anlaşılıyor ki, Hz. Yakup, esrarengiz bir durum sezmiş ve buna karşı oğullarının fazlaca dikkat çekmeden, avcı koluna dağılır gibi, ayrı ayrı kapılardan şehre girmelerinde gizli bir tedbir görmüş ve bunu tavsiye etmiş. Bununla beraber böyle tedbirlerle Huda'nın takdirinin önüne geçilemiyeceğini de anlatmak ihtiyacını duymuştur ki:

Maamafih Allah'dan herhangi bir şeyi sizden muğni olmuyorum. Yani, ben bu tedbir ve tavsiye ile sizi Allah tarafından gelmesi takdir edilmiş olan herhangi bir şeyden uzak tutmuş, sizi ondan kurtarmış olmuyorum. Eğer Allah hakkınızda bir kaza murad etmiş ise o mutlaka olur. O'nun takdirine karşı hiçbir tedbir fayda vermez. Her ihtimale karşı tedbir almak da gerekli ise de alınan tedbir, takdiri engelleyecek ve ilâhî muradın meydana gelmesini önleyecek değildir. Tedbir, nihayet Allah'dan o vesile ile bir yardım dilemedir. Takdire uygun ise faydalı olur, yoksa kadere mani olamaz. Hüküm ancak Allah'ındır. Ben yalnızca O'na tevekkül ettim". Ancak O'nun hükmüne güvenip, O'na dayandım, O'na güvendim. Emir ve kumandayı O'na havale edip, sizi de O'na emanet ettim. Şu halde tevekkül edecekler de O'na tevekkül etsinler. Yani, tevekkül edecek olanlar veya bana itimadı olanlar da ancak Allah'a tevekkül etsinler. Ne başkasına, ne de kendi güçlerine güvenmesinler. Hz. Yakub'un bu tevekkül tavsiyesinin, "fâ" harfiyle ki sebebiyyedir kendi tevekkülüne bağlanması da dikkat çekicidir. Bununla böylece kendisinin nübüvvetine işaretle oğullarının ve diğerlerinin de kendisine uymaları gerektiği nasla ifade olunmuştur.

68- Gerçekten de onun dediği gibi, babalarının kendilerine emrettiği şekilde girdiklerinde de başlarına Allah'dan gelecek hiçbir şeyden onlara fayda vermedi. O şekilde girmeleri veya babalarının o şekildeki tavsiyesi, hasılı bu şekildeki bir tedbir haklarında Allah tarafından mukadder olan şeylerden onları kurtarmaya yetmedi. Yani yine de ihata edilip çaresiz kalmalarına, hırsızlıkla itham edilen kardeşlerinin ellerinden alınarak, orada alıkonulmasına vs. engel olamadilh.

Böyle yapmakla ancak Yakub'un içine doğan bir ihtiyacı yerine getirmiş oldular. Ki, onun bir baba olarak, şefkat hissi, kulluk anlayışı ve en selametli yolu arama ihtiyacı vardı. Bu tedbir ile gönlünün ğıllu ğışı giderilmiş, kendi içinde acaba bir tedbirsizlik yaptık mı, cinsinden şüpheleri bertaraf edilmiş oldu. Hasılı o tedbirin sırf enfüsî bir teselliden başka gerçekte hiçbir faydası olmadı. Aslında, muhakkak ki, o, bir ilim sahibi idi. Yani işin olacağına varacağını, tedbirin takdire engel olamıyacağını biliyordu. Yakup, bunu zaten biliyor ve her işinde bunun gereğini yerine getiriyordu. Çünkü ona biz öğretmiştik. Vahiy, ilham, tecrübe ve istidlal yoluyla biz öğretmiştik. Velâkin insanların çoğunluğu bilmezler. Onun bunları bildiğini bilmezler. Kaderin hükmünü icra edeceğini bilmezler. Bir kısmı kuvveti yalnızca kendi tedbirinde zanneder: Kendi mukadderatımızı kendimiz tayin edeceğiz, demeye kadar gider. Bir kısmı da tevekkülü tedbir almaya engel zanneder: Tedbir aldığı zaman tevekkül açısından kusurlu olacağını sanır. Oysa tedbirin de Allah'dan yardım istemek demek olduğunu, en azından kendi gönül huzuru açısından bunun gerekli olduğunu hesaba katmaz.

Alınan tedbir ile bir psikolojik ihtiyacın karşılandığını ve bunun insana, en azından moral kazandırdığını hesaba katmak gerekir: