12-YUSUF:

وَقَالَ الْمَلِكُ ائْتُونِي بِهِ أَسْتَخْلِصْهُ لِنَفْسِي فَلَمَّا كَلَّمَهُ قَالَ إِنَّكَ الْيَوْمَ لَدَيْنَا مِكِينٌ أَمِينٌ {54} قَالَ اجْعَلْنِي عَلَى خَزَآئِنِ الأَرْضِ إِنِّي حَفِيظٌ عَلِيمٌ {55}

Meâl-i Şerifi

İşte hakikat böyle açığa çıktı:

54. Hükümdar dedi ki: "Onu bana getirin, kendime tahsis edeyim." Sonra onunla konuşunca da: "Sen bugün yanımızda gerçekten büyük bir mevki sahibisin, güvenilir birisin" dedi.

55. O da, ona dedi ki: "Beni bu ülkenin hazineleri üzerine getir. Çünkü iyi korurum, iyi bilirim."

54- Hükümdar dedi ki, getirin bana onu, yani Yusuf'u,, onu kendim için istihlas edeyim, yani halis olarak kendime mahsus kılayım. Özel danışmanım yapayım.

Arapçada "Aziz" dahi "Melik" mânâsına kullanıldığından, bazıları bu meliki, daha önce adı geçen ve Yusuf'u satın alan Aziz'in kendisi sanmışlarsa da Kur'ân'ın zahiri ifadesine uygun düşmemektedir. Zira o takdirde Aziz'in "onu kendime özel danışman yapayım" demesi anlamsız olacağı gibi, birine Aziz, diğerine "Melik" diye ayrı ayrı isimler verilmesi de bunların ayrı arı kişiler olduğunu açıkça belli eder. İşte bundan dolayı Aziz, Mısır hükümdarlarına yakın en büyük yetkiye sahip bir vezir veya emir, "Melik" de hükümdar demek olduğu anlaşılıyor. Nitekim bazı rivayetlerde Aziz'in adının "Kıtfîr", Melik'in adının da "Reyyan" olduğu nakledilmiştir.

Eski Mısır'ın hükümdarlarına "Firavun" denilmesi meşhur olduğu halde buna "melik" denilmesi herhalde şu iki inceliği hesaba katmaktan dolayı olsa gerektir:

Birincisi: "Firavun" ünvanı zulum ile şöhret bulmuş ve öyle tanınmıştır. Üstelik "Firavun'un emri reşid değildir" (Hûd 11/97) buyurulmuştur. Oysa Yusuf'u özel danışman seçen bu Melik'in övülmeye layık güzel vasıfları, rüşdü ve seçme yeteneği vardır. İşte bundan dolayı bu Melik'in karakteri itibariyle bir Firavun olmadığına işaret edilmek istenmiş demektir. Nitekim Mücahid'den bu Melik'in hak din üzere olan bir melik olduğu da rivayet edilmiştir.

İkincisi: Esasen Firavun lakabının dil ve soy itibariyle Mısırlı olduğuna göre, bu Mısır Melik'inin, söz konusu Firavun soyundan ve Mısır kıbtilerinden olmadığına böylece işaret olunmuş demektir. Nitekim bazı tarih kaynaklarında Amalika'dandı denilmiştir ki, Mısır tarihinde "Hiksoslar" adı verilen ve Arabistan tarafından geçip dörtyüz sene kadar Mısır'da hükümranlık sürdükleri söylenen sülâleden olacaktır. İsminin "Reyyan" olduğuna ilişkin rivayet de bunun Arabî olduğuna işaret eder. Bakara Sûresi'nde (âyet 49, 50) de geçtiği üzere bazıları, bunun Hz. Musa zamanına kadar yaşadığını ve o Firavun'un da bu Reyyan olduğunu zannetmişlerse de bu, Kur'ân nassının zahirine uygun düşmemektedir. Çünkü Kur'ân'da buna "Melik" denilmiş, "Firavun" denilmemiştir. Musa'nın mücadele ettiği Mısır hükümdarının Firavun olduğu Kur'ân nassı ile belirlenmiştir. Bu Melik, Hakk'ın âyetlerine değer vermiş ve üstelik Yusuf'u en yakınları arasına alarak, ona büyük yetki vermiştir. Firavun ise bunun tam zıddını yapmış, Musa'nın gösterdiği bütün mucizeleri ve âyetleri inkâr etmiş, Musa'ya ve Musa'ya iman eden sihirbazlara yaptıklarıyla tam anlamıyla Firavunluk yapmıştır.

Velhasıl burada söz konusu edilen Melik, kadir kıymet bilen bir zattır. Hz. Yusuf'u henüz görmeden, yaptığı rüya tabiri ile ilmine ve faziletine hükmedip, hemen zindandan kurtarmıştır. Onun eşsiz bir ilim ve fazilet ehli olduğuna karar verip, getirilmesini emretti. Sonra onunla konuştuğunda, yani, Melik'in emri derhal yerine getirildi, Yusuf geldi, Melik onunla konuştu. Böylece Melik, Yusuf'un konuşmasını da gördü. İşte o vakit dedi ki: Sen cidden bu gün, yani bu günden, seninle konuştuğumuz şu andan itibaren katımızda, yanımızda mekin, büyük bir mekanet mevki ve mertebe sahibisin, yetkili kişisin, bir emin kişisin. Her hususta güvenilir, itimat edilir ve itibar edilir bir kimsesin.

Rivayet olunur ki, o görevli, Yusuf'u zindandan almaya gelen o elçi, kendisine geldiğinde Yusuf ayağa kalkmış, zindanın kapısına "burası belalar konağı, diriler kabri, düşman sevindiren, dostlar sınavıdır" diye yazmış ve çıkmış, atalarına dua etmiş, yıkanmış ve yeni elbise giymiş ve Melik'in huzuruna girerken, şöyle dua etmiş: Allahım! Senden senin hayrınla bunun hayrını dilerim, bunun şerrinden ve başkasının şerrinden Sen'in gücüne ve kudretine sığınırım". Melik'in huzuruna girince Arapça selam vermiş ve İbranice bir dua etmiş. Melik "Bu ne dili?" demiş, o da "atalarımın dili" diye cevap vermiş. Melik, birçok dil bilirmiş, bildiği dillerin hepsinden konuşmuş, Yusuf da o dillerden tek tek cevaplar vermiş. Bunun üzerine Melik hayretler içinde kalmış ve "Arzu ediyorum ki, rüyamın yorumunu bir de senden dinliyeyim" demiş. Yusuf da onun rüyada gördüğü sığırları ve başakları tek tek yerleriyle ve renkleriyle tavsif ederek anlatmış. Bunun üzerine Melik, onu kendi seririne oturtmuş ve fikrini sormuş. Yusuf da "Benim düşüncem odur ki, bu bolluk senelerinde çok ekin ektirirsin ve depolar bina edersin, elde edilen ürünleri o depolarda muhafaza edersin, kıtlık seneleri gelince bu fazla ürünleri satarız, böylece hazineye büyük gelirler sağlanmış olur" demiş. Melik "Fakat bana bu işi kim yapıverecek?" demiş. İşte o vakit Yusuf kendini öne sürerek:

55- Beni, dedi, bu arzın hazineleri üzerine tayin et. Yani, bütün bu Mısır diyarının hazinelerinin yönetimini, gelir ve giderinin yetkisini bana ver, bununla beni görevlendir. Doğrusu ben bir koruyucuyum, uzman ve bilgili bir kişiyim. Hakkı hukuku gözetirim, emanetleri iyi korurum, hazineleri haketmeyenlerin çarçur etmesinden iyi korurum ve tasarruf yollarını çok iyi bilirim. Yusuf'un yaptığı bu teklif misal gösterilerek, adaleti ve görevin gerektirdiği hususları hakkiyle ifa edeceğine güvenen bir insanın valilik ve yöneticilik talebinde bulunması ve kendi kabiliyetini açığa vurması, hatta kâfirden bile yöneticilik alması caiz demişlerdir. Fakat âyette bu Melik'in küfrüne delil sayılabilecek bir şey yoktur. Aksine bunun müslüman olduğu Mücahid'den nakledilmiştir.

Bir de "Beni bütün hazinelerin başına getir" diyen Hz. Yusuf, aslında Melik'ten tam yetki talebinde bulunmuştur. Bu söze bakarak bazı müfessirlerin dediği gibi, Melik Hz. Yusuf'un emri altına girmiş ve onun reyine tabi olmuş demektir. Bu da, bütün konularda değil, yalnızca malî işlerde geçerlidir. Şu halde bu şekilde görev kabul etmenin sorumluluğu doğrudan doğruya ahkamı icra etmenin sorumluluğuna dönüşür. Talep meselesine gelince, onun da fıkhî hükmü şudur: Ehliyet ve liyakatları olmayanlara valilik ve yöneticilik vermek haramdır. Bunun talep eden açısından talebi de haram, görevlendiren açısından görev verilmesi de haramdır. Ehliyeti olanlara kabul caiz, talep mekruhtur. Meğer ki, taayyün etmiş olsun, yani o işe ondan başka ehil biri bulunmasın. İşte o vakit talep vacip bile olur. İşte bir peygamber olan Hz. Yusuf, Allah tarafından görevli olduğu hak ve adaletin ahkamını icraya bir yol bulmak, bir vesile bulmak için bu talebiyle o vecibenin ifasına çalışmıştır. Acaba onun bu talebi kabul edildi mi?