11-HUD:

قَالَ يَا قَوْمِ أَرَأَيْتُمْ إِن كُنتُ عَلَىَ بَيِّنَةٍ مِّن رَّبِّي وَرَزَقَنِي مِنْهُ رِزْقاً حَسَناً وَمَا أُرِيدُ أَنْ أُخَالِفَكُمْ إِلَى مَا أَنْهَاكُمْ عَنْهُ إِنْ أُرِيدُ إِلاَّ الإِصْلاَحَ مَا اسْتَطَعْتُ وَمَا تَوْفِيقِي إِلاَّ بِاللّهِ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَإِلَيْهِ أُنِيبُ {88}

سورة هود (11) ص 232

وَيَا قَوْمِ لاَ يَجْرِمَنَّكُمْ شِقَاقِي أَن يُصِيبَكُم مِّثْلُ مَا أَصَابَ قَوْمَ نُوحٍ أَوْ قَوْمَ هُودٍ أَوْ قَوْمَ صَالِحٍ وَمَا قَوْمُ لُوطٍ مِّنكُم بِبَعِيدٍ {89} وَاسْتَغْفِرُواْ رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُواْ إِلَيْهِ إِنَّ رَبِّي رَحِيمٌ وَدُودٌ {90} قَالُواْ يَا شُعَيْبُ مَا نَفْقَهُ كَثِيراً مِّمَّا تَقُولُ وَإِنَّا لَنَرَاكَ فِينَا ضَعِيفاً وَلَوْلاَ رَهْطُكَ لَرَجَمْنَاكَ وَمَا أَنتَ عَلَيْنَا بِعَزِيزٍ {91} قَالَ يَا قَوْمِ أَرَهْطِي أَعَزُّ عَلَيْكُم مِّنَ اللّهِ وَاتَّخَذْتُمُوهُ وَرَاءكُمْ ظِهْرِيّاً إِنَّ رَبِّي بِمَا تَعْمَلُونَ مُحِيطٌ {92} وَيَا قَوْمِ اعْمَلُواْ عَلَى مَكَانَتِكُمْ إِنِّي عَامِلٌ سَوْفَ تَعْلَمُونَ مَن يَأْتِيهِ عَذَابٌ يُخْزِيهِ وَمَنْ هُوَ كَاذِبٌ وَارْتَقِبُواْ إِنِّي مَعَكُمْ رَقِيبٌ {93} وَلَمَّا جَاء أَمْرُنَا نَجَّيْنَا شُعَيْباً وَالَّذِينَ آمَنُواْ مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مَّنَّا وَأَخَذَتِ الَّذِينَ ظَلَمُواْ الصَّيْحَةُ فَأَصْبَحُواْ فِي دِيَارِهِمْ جَاثِمِينَ {94} كَأَن لَّمْ يَغْنَوْاْ فِيهَا أَلاَ بُعْداً لِّمَدْيَنَ كَمَا بَعِدَتْ ثَمُودُ {95}

Meâl-i Şerifi

88- Şu'ayb dedi ki: "Ey kavmim! Şayet ben Rabbimden ispat edici bir delil üzerinde bulunuyorsam ve şayet bana, O kendi katından güzel bir rızık ihsan etmişse, söyleyin bakalım ben ne yapmalıyım? Ben size karşı çıkmakla sizi menettiğim şeylere kendim düşmek istemiyorum. Ben sadece gücümün yettiği kadar ıslah etmeye çalışıyorum. Muvaffakiyetim de ancak Allah'ın yardımı ile olacaktır. Ben yalnızca O'na dayandım ve ancak O'na döneceğim."

89- "Ey kavmim! Bana karşı gelmeniz sakın sizi, Nuh kavminin veya Hud kavminin veya Salih kavminin başlarına gelen musibetler gibi bir musibete uğratmasın. Lut kavmi de sizden uzak değildir.

90- Rabbinizden mağfiret dileyin, sonra O'na tevbe ile yönelin. Şüphesiz ki, benim Rabbim çok merhametlidir, çok sevendir.

91- Dediler ki: "Ey Şu'ayb! Biz senin söylediklerinin çoğundan birşey anlamıyoruz. Ayrıca seni içimizde çok zayıf biri olarak görüyoruz. Eğer akrabaların olmasaydı mutlaka seni recmederdik (taşa tutardık). Senin bize hiçbir üstünlüğün yoktur."

92- Şu'ayb dedi: "Ey kavmim! Benim akrabalarım size Allah'dan daha mı değerli ki, Allah'a sırt çevirip, onu unuttunuz? Muhakkak ki, Rabbim bütün yaptıklarınızı çepeçevre kuşatmıştır."

93- "Ey kavmim! Var gücünüzle yapacağınız ne varsa yapın! Ben de görevimi yapmaya devam edeceğim. Perişan edecek azabın kime geleceğini ve yalancının kim olduğunu ilerde anlayacaksınız. Bekleyiniz, ben de sizinle beraber bekleyeceğim."

94- Ne zaman ki, emrimiz geldi, Şu'ayb ve beraberindeki müminler, tarafımızdan bir rahmet sayesinde kurtuldular. Ve o zalimleri korkunç bir gürültü yakaladı da oldukları yerde çöküp kaldılar.

95- Sanki orada hiç güzel gün görmemişlerdi. Dikkat edin, Semud kavmi nasıl helâk olup gittiyse Medyen de öyle yok olup gitti.

Bakınız Şu'ayb, bunlara ne kadar nazikane, ne kadar dikkatli ve ince bir cevap ile karşılık veriyor:

88- Ey kavmim dedi gördünüz mü, yani şu halinizi görüp beğendiniz mi? Gördünüzse söyleyin bakalım ya ben Rabb'imden bir belge, bir beyyine üzerinde isem, "sen o sensin" dediğiniz ben, Rabb'im Teâlâ'dan kesin ve açık bir bürhan, bir belge üzerinde bulunuyorsam, söylediklerimi de vahiy ve nübüvvet bilgisiyle söylüyorsam ne dersiniz? Ben Rabb'imin vahyine ve emrine karşı gelebilir miyim? Oysa Rabbim beni kendi tarafından güzel bir rızıkla rızıklandırmıştır. Yani benim kendi çabamla değil, sırf Allah'dan bir ihsan olarak, lütuf ve kerem hazinesinden beni maddeten ve manen güzel bir şekilde rızıklandırmıştır. Hem helâlinden mal mülk vermiş, ebedi hayatı sağlayan peygamberlik ve hikmet nasip eylemiştir. Ve ben sizi engellemeye çalıştığım şeylere kendim konmak maksadıyla size karşı çıkıyor değilim. Yani, sizi şirkten, başkalarının hakkını yemekten, fesatçılıktan engelliyor; tevhide, tam ölçü ve tartı ile hak ve adaleti gözetmeye davet ediyorsam, gelenek ve alışkanlıklarınızın tersine olan bu nasihatlerden, tekliflerden asıl muradım ve maksadım, hürriyetlerinizi elinizden alıp, sizi onlardan uzaklaştırdıktan sonra o yasakları kendim işlemek değildir. Allah'a karşı siz günaha girmeyin de ben gireyim, siz aldatmayın da ben aldatayım, halkın malını siz yemeyin de ben yiyeyim, siz istediğiniz gibi, zevk u safa sürmeyin de ben süreyim diye bunu yapmıyorum. Size bir oyun yapmak, elinizdeki nimetleri kendime mal etmek maksadıyla hareket etmiyorum, maksadım sadece ve sadece gücümün yettiği kadar ıslaha çalışmaktan ibarettir. Muvaffakiyetim de ancak Allah iledir, ancak O'nun yardımı sayesindedir. Onun hidayeti ve inayetiyledir. Ben ancak O'na tevekkül ettim ve ancak O'na inabe ederim, hep O'na yönelirim, her işimde O'na sığınırım, O'na teslim olurum.

89- Ve ey benim kavmim, sakın bana karşı direnmeniz, menimle didişip, bana düşmanlık yapmanız, sizi Nuh kavminin veya Hud kavminin veya Salih kavminin başına gelen bir musibet ile cezalandırmasın. Zaten Lut kavmi sizden uzak değildir, yakın zamandadır. Veya yakın bölgededir. Veyahut yakın zaman ve mekanda olduğu gibi, küfür ve fesatçılık bakımından da siz onlara yakınsınız. Görülüyor ki Lut kıssasının sonuna eklenen "Bu zalimlere hiç de uzak değildir." fâsılasına benzer bir fâsılayla, adeta "terci" yapılarak o olay ihtar edilmektedir.

90-Hasılı bunları sakın unutmayın Rabbinizden mağfiret dileyin ve O'na tevbe ile yönelin, çünkü o benim Rabbim çok merhametli, çok sevgilidir, çok şefkatlidir. Binaenaleyh günahlarınız ne kadar çok olursa olsun, vazgeçer de bağışlanma dilerseniz, tevbe ederseniz, rahmetine erer, sevgisine ve muhabbetine nail olursunuz.

91-İşte bu güzel öğütlere kavmi ne dedi bilir misiniz?

Ey Şu'ayb, dediler söylediklerinden çoğunu pek anlamıyoruz. Anlamıyorlardı, çünkü kulak vermiyorlardı, dikkatle dinlemiyorlardı, vahiy ve nübüvvete önem vermiyorlardı. Genellikle bütün fena insanlarda olduğu gibi, herkesin arzularını kendi arzu ve istekleri gibi zannettiklerinden dolayı, bir insanın dünya çıkarlarından ve kişisel duygulardan kurtularak, sırf Allah rızası için çalışıp çabalayacağını "Ben ıslahtan başka bir şey istemiyorum." sözünde samimi olacağını kafalarına sığdıramıyorlardı. İhlas ve tevekkülün ne olduğunu anlayabilmeleri için kendilerinde de biraz ihlas ve tevekkül bulunması gerekiyordu. Kendilerinde böyle bir duygu bulamadıkları, özellikle tevhid inancını tanımadıkları için kör bir tabiatçı kafayla düşündüklerinden, beşerin işlediği günahlarla birtakım semavi afetler arasında bir ilişki bulunabileceğine ihtimal vermiyorlardı. Allah'ı bırakıp, şuna buna tapmakla, ölçüyü, teraziyi, eksik yapmakla, fitne fesat çıkarmakla dünyadaki düzenin bozulacağını, tufanlar ve zelzeleler olacağını anlamıyorlardı. Velhasıl sarih ve apaçık olan bu sözlere inanmak istemiyorlar, bu gibi sözlerin arkasında gizli niyetler, art düşünceler ve başka maksatlar aramaya çalışıyorlar, bu sözlerden gocunuyorlar da "biz senin söylediklerinin çoğundan bir şey anlamıyoruz", "sen ne demek istiyorsun?" "Ben neye güvenip de bizi böyle tehdit ediyorsun?" Kesinlikle biz seni kendi içimizde zayıf biri olarak görüyoruz, eğer rahtın (yani hısım akrabandan, saygı duyduğumuz yakınlarından beş on kişi) olmasaydı muhakkak ki seni recmederdik, taşa tutar, öldürürdük. Sen bize karşı güçlü biri değilsin, aziz değilsin. Yani bizim gözümüzde şahsen senin bir değerin, bir önemin yoktur, bize göre sen hatırı sayılan, kıymet verilen biri değilsin. Yani sana saygımızdan dolayı değil, senin yakınlarından olup da bizimle beraber olan, sana uymayıp bizim dinimizde bulunan bir kaç hısım akraban var ki, işte biz onların hatırı için şimdiye kadar sana dokunmadık.

92-Hz. Şu'ayb, bunlara şöyle cevap verdi:

Ey Kavmim, dedi benim hısım akrabam, size Allah'dan daha mı değerli? Yani, ben size ancak Allah'a dayandığımı, O'na güvendiğimi ve muvaffakiyetimi yalnızca O'ndan beklediğimi söylemiş ve binaenaleyh değer ve kuvvetimin başkasıyla değil, yalnız Allah ile olduğunu anlatmış iken size göre benim birkaç yakınım mı Allah'dan daha değerli oluyor da "eğer rahtın olmasa" diyorsunuz. Oysa siz Allah'ı unutup arkanıza attınız. Arkaya atılmış, unutulmuş, kıymetsiz, geçersiz bir şey gibi hiçe saydınız, hesaba katmadınız, O'na ve emirlerine hiç değer vermediniz. Çünkü ancak O'na dayanan ve ancak O'nun emriyle hareket eden bana da önem vermediniz ve O'nun beyyinesiyle, O'nun vahyi ile bildirdiğim açık öğütlerime kulak vermediniz. Allah'ı düşünmediğiniz için söylediklerimi de anlamak istemediniz, "birşey anlamıyoruz" deyip çıktınız. Üstelik yakınların olmasaydı seni recmederdik diyerek tehdide kalkıştınız. Şunu iyi bilin ki, Rabb'im yaptığınız ve yapacağınız her şeyi kuşatmıştır. O'ndan hiçbir şey gizli kalmaz, hiçbir şey O'nun kudretinin dışında kalmaz ve hiçbir kuvvet O'nun izzet ve şanına, değer ve önemine gölge düşüremez. Şu halde her ne yaparsanız mutlaka cezanızı verir.

93- Ve ey kavmim, haydi bütün gücünüzle bildiğinizi yapınız. Muhakkak ki, ben de bildiğimi yapmaya devam edeceğim. Allah'a güvenerek, O'na sığınarak, gücümün yettiğince ıslaha çalışacağım ve irşada devam edeceğim. Yakında bilip anlayacaksınız ki, o rezil ve rüsvay eden, o perişan edecek olan azap kime gelecek. Ve yalancı kimdir? Şu halde gözleyiniz, hiç şüphesiz ben de sizinle beraber gözleyeceğim.

94- Ne zaman ki, emrimiz geldi. Şu'ayb'i ve beraberindeki iman ehlini, tarafımızdan bir rahmet ile kurtardık, o zulüm edenleri de çığlık yakaladı. A'râf ve Ankebût sûrelerinde ise "Onları zelzele yakaladı." (7/91 ve 29/37) buyurulmuştur ki, "racfe" zelzele, deprem demektir. Demek ki, müthiş bir çığlık ile zelzeleye yakalandılar. Veya zelzeleye yakalandıkları için çığlıklar kopardılar. Diyarlarında, oldukları yerde bir çöküntü gibi yığılıp kaldılar.

95- Sanki o diyarda hiç yaşamamış gibi oldular. Evet, defolup gitti o Medyen Semud'un defolup gittiği gibi, zira Semud kavmi de böyle bir çığlık ve zelzele ile helâk edilmişti. Ancak deniliyor ki, Semud'un çığlığı üstlerinden, Medyen'in çığlığı altlarından gelmişti.

Burada fiilinin sarahaten gelmesi ile yukarıdan beri devam ede gelen masdarının da mânâsı açıklık kazanmıştır. Zira masdarı "kurb"ün (yakın) zıt anlamlısı olarak uzak olmak anlamına geldiği gibi, bir de yok olmak, helâk olmak anlamına gelir. Çünkü helâk olan dünyadan ve bulunduğu yerden uzak olmuş olur. Ve aralarındaki farkı belirtmek için öncekinin fiili "ayn"ın zammiyle beşinci baptan kullanıldığı halde, helâk mânâsına olanın mazi sigasında "ayn"ın kesri ve muzaride fethi ile dördüncü baptan kullanılır.

Binaenaleyh burada buyurulmakla kıssaların sonunda tekrar olunagelen masdarlarının dua maksadıyla ve helâk anlamında söylenmiş olduğu da açıklık kazanmıştır ki, aslında bu tasrih de o bedduayı bir tekid gibidir.

Bu misallerden altıncısı da Musa ile Firavun örneğidir: