10-YUNUS:

وَلاَ يَحْزُنكَ قَوْلُهُمْ إِنَّ الْعِزَّةَ لِلّهِ جَمِيعاً هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ {65} أَلا إِنَّ لِلّهِ مَن فِي السَّمَاوَات وَمَن فِي الأَرْضِ وَمَا يَتَّبِعُ الَّذِينَ يَدْعُونَ مِن دُونِ اللّهِ شُرَكَاء إِن يَتَّبِعُونَ إِلاَّ الظَّنَّ وَإِنْ هُمْ إِلاَّ يَخْرُصُونَ {66} هُوَ الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ اللَّيْلَ لِتَسْكُنُواْ فِيهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِراً إِنَّ فِي ذَلِكَ لآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَسْمَعُونَ {67} قَالُواْ اتَّخَذَ اللّهُ وَلَداً سُبْحَانَهُ هُوَ الْغَنِيُّ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَات وَمَا فِي الأَرْضِ إِنْ عِندَكُم مِّن سُلْطَانٍ بِهَـذَا أَتقُولُونَ عَلَى اللّهِ مَا لاَ تَعْلَمُونَ {68} قُلْ إِنَّ الَّذِينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ لاَ يُفْلِحُونَ {69} مَتَاعٌ فِي الدُّنْيَا ثُمَّ إِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ ثُمَّ نُذِيقُهُمُ الْعَذَابَ الشَّدِيدَ بِمَا كَانُواْ يَكْفُرُونَ {70}

Meâl-i Şerifi

65- Habibim, onların lafları seni üzmesin. Çünkü şan ve şeref bütünüyle Allah'ındır. O her şeyi işitiyor, hepsini görüyor.

66. Açın gözünüzü! Göklerde kim var, yerde kim varsa hep Allah'ındır. Allah'dan başkasına tapanlar dahi, Allah'a ortak koştuklarına uymuş olmuyorlar, ancak zanna uymuş oluyorlar. Ve yalandan başka bir şey söylemiyorlar.

Gerçekten de:

67- O, öyle bir Allah'dır ki, içinde dinlenesiniz diye sizin için geceyi, göresiniz diye de gündüzü yaptı. Elbette bunda söz dinleyecek olan bir kavim için âyetler (ibretler) vardır.

68- Dediler ki: "Allah, kendine çocuk edindi". O, böyle şeylerden münezzehtir. O, müstağnidir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. Bu hususta elinizde hiç bir delil yoktur. Allah'a karşı bilmediğiniz bir şeyi neden söylüyorsunuz?

69- De ki: Allah'a iftira edenler elbette felah bulmazlar.

70- Dünyadaki zevkler çabuk biter. Sonra dönüşleri bize olacaktır. Daha sonra da inkâr ettiklerinden dolayı o çetin azabı biz onlara tattıracağız.

65- Ve onların lakırdıları seni mahzun etmesin. Yani kâfirlerin, ortaklarına, yakın adamlarına, mallarına ve mevkilerine güvenerek sana eza ve cefa etmeleri, sana tehditler yöneltmeleri seni mahzun etmesin. Sen bunlardan dolayı üzülme. Şurası kesindir ki, bütün izzet yani güç, kuvvet, şan ve şeref Allah'ındır. Bütün kudret ve üstünlük, hakimiyet ve yücelik O'nundur. Şimdi açıklanacağı üzere onların güvendikleri bütün kuvvetler de aslında yine Allah'ındır. O dilediği zaman hepsini ellerinden alır. O, semi ve alimdir. Onların söylediklerini işitir ve ne yapacağını bilir. Nitekim "Ben ve resullerim kesinlikle galip geliriz." anlamına (Mücâdele, 58/21), "Muhakkak biz peygamberlerimize yardım edeceğiz." (Gâfir, 40/51) diye yazmış ve ayrıca "Biz sana pek çok hayır vermişiz... sana buğzeden epterdir." (Kevser 108/1,3) buyurulmuştur.

66- İyi bil ki, göklerde ve yerde her kim varsa hepsi Allah'ındır. Melekler, insanlar ve cinler ve akıl sahibi bütün varlıklar Allah'ın kulu ve mülküdür. Şu halde o kâfirlerin bütün güvendikleri ve taptıkları şeyler Allah'ın mülkü olduğu gibi kendileri de öyledir.

Allah'dan başkasına yalvaranlar da ortak koştukları şeylerin ortak uyruğu olamazlar. Yani, Allah'ın şeriki, ortağı yoktur. Uluhiyette ortaklık muhal ve imkânsızdır. Allah'dan başka ne varsa hepsi O'nun mahluku ve mülkü olduğundan, Allah'dan başka şeylere dua ve ibadet eden, başka tanrılar olduğunu iddia eden ve onlara uymaya çalışan müşrikler de hakikatte Allah'a ortak olacak tanrılar bulmuşlar da onların uyruğu (tebaası) olmuş olamazlar. Bunlar başka değil, olsa olsa zanna uymuş olurlar, vehim ve hayal peşinde koşarak kendi ortaklarını Allah'ın ortakları sanırlar ve yok yere onlara tanrılık payesi vermiş olurlar. Böyle yapmakla ve onlara tapmakla Allah'dan yakalarını kurtaracaklarını sanırlar. Ve bunlar sadece yalan atarlar. Meseleyi kendi mızrakları ile ölçerler, kendi şahsi görüş ve tahminleri ile yalan söylemekten başka birşey yapmazlar. Sırf kendi arzu ve isteklerine uyarak yaratılmışları yaratan, kulu tanrı, uyanı uyulan farzeder, saçma sapan şeyler uydurur dururlar. Hasılı ortakları yalan, tehditleri boş, Allah'a karşı isnad ettikleri her şey bir hiçtir. Allah'ın gücü ve hakimiyeti altında, hepsi ona mahkumdur.

67- O, yani yüce Allah odur ki, sizin için geceyi yaptı, yani geceyi karanlık yaptı ki, içinde sakin olasınız, zorluklarını çektiğiniz zahmetli hareketlerden kurtulup, içinde sükun bulasınız. Yani hareketlilikten sükunete geçesiniz, dış dünyadan ilgilenmeyi kesip, kendi kendinizle başbaşa kalıp dinlenesiniz, gündüzü de mübsır, yani gösterici yapmıştır ki, etrafınızı görüp, hareket edebilesiniz, işinize gücünüze bakasınız. Gecelerin her tarafı kaplayan karanlığında yaşama gücü elde etmek için bir dinlenme vesilesi, gün ışığında ise bir uyanıklık ve hareket vesilesi vardır.

Hareket ve sükun ise yalnızca hayat olayları için değil, onun dışındaki bütün fizik olaylarının dahi aslını ve özünü teşkil eder. Bu iki kapsamlı hadise ki, aydınlık ve karanlık gibi birbirleri ile birleşmeleri ve bir araya gelmeleri kabil olmayan iki zıt olgudurlar. Cisimler, kendiliklerinden ve sırf kendi özellikleri ile ne sükundan harekete, ne de hareketten sükuna geçebilirler. İşte bu iki karşılıklı zıddı birbirlerine dönüştürüp, yer değiştirterek kâinat olaylarına akış veren ve gece ile gündüzü bunlarla ilgilendirterek, insanları kâh sükun hissi ile, kâh hareket hissi ile nimetlendiren ve değişikliğe uğratan ancak Allah'dır. Allah, işte böyle bütün nur ve zulmetin, bütün hareket ve sükunetin yaratıcısı ve yöneticisidir. Genellikle insanlar gece ile gündüzdeki sükunetten, hareketten ve zamandan etkilendikleri halde Allah ise zamanın da üstünde hükümran olan bir yüce yaratıcıdır. Muhakkak ki, bunda, gece ile gündüzün böyle düzenlenmiş olmasında, bu aydınlık ve karanlığın ardarda gelişinde, bu sükun ve harekette, bu etrafın görülüş ve görülmeyişinde, bütün bu değişikliklerde gece ile gündüz içinde meydana gelen zaman olgularında ve tarih olaylarında işitme özelliği olup dinleyecek olan bir kavim için (elbette çok, pek çok) âyetler ve ibretler vardır. Yani bütün mekan ve zaman aklî ve naklî tevhid delilleri ile doludur.

68-69-70- Böyle iken zan ve hayalin peşine düşen yalancılar Allah, kendisine oğul edindi, dediler. Oğul veya kız evlad edindi diye iftirada bulundular, yaratma ile üretme arasındaki farkı anlayamadılar: Yaratmayı ve icad etmeyi doğurmak ve üretmek zannettiler. Sonradan oluşu bir doğum, olanı bir çocuk, sebebi de bir baba veya ana gibi düşündüler. Doğurma ve doğmanın, herşeyden önce bir yaratmaya bağlı olduğunu, yoktan bir yaratma ve icad olmadan, kendiliğinden bir doğumun olacağını düşünmenin bir çelişki olacağını hesap edemediler. Böylece âlemin yüce Yaratıcı'dan doğma ve kopma suretiyle oluşup meydana geldiğine kail olarak, Allah'a kızlar ve oğullar isnadında ve iftirasında bulundular. Güya ondan doğmuş ve üremiş olan erkekli dişili birtakım ilâhlar kalabalığı uydurarak onlara tapmaya başladılar ki, işte puta tapanların, çok tanrılı dinlerin mitolojileri hep bu uydurmalardır. Fakat daha garibi odur ki, varlığın ancak yaratma ve icad ile mümkün olduğunu işiten, "yok iken yaratma" ilkesinden haberdar olanlardan bir kısmı da yine doğum vehmine saplanıp kaldılar: "Melekler Allah'ın kızları, Uzeyr Allah'ın oğlu, Mesih Allah'ın oğlu" dediler.

Böyle diyenlerden bir kısmı da bunu gerçek anlamda doğmuş olmak anlamına değil, evlatlık edinmiş olmak anlamına tevil ederek, bir nevi şeref payesi olarak kendisine evlat yaptığını ve tanrılığından hisse verdiğini iddia ettiler. Onun için bu âyette "ittihaz" yani, edindi deyimiyle diğerlerinden daha ziyade olarak bu kısım belirgin hale getirilmiştir.

Sübhanallah, haşa! Hiç yaratıcı baba olur mu? Çünkü doğurma bir üreme, bir bölünme ve bir noksanlıktır, evlat edinme de bir ihtiyaçtan dolayıdır. Halbuki O, ganidir, müstağnidir, hiçbir şeye muhtaç olmamak bakımından yegane zengindir... Oysa bunu iddia edenlerin ellerinde bu konuda hiçbir belge ve delil yoktur...

Peygamberliğin kuvvetini ve gerçekliğini, Resulün, Allah'a tevekkül ve itimadının yüksekliğini ve kâfirlere gelecek azabın şiddetini tarihten bazı misaller getirerek açıklamak üzere: