10-YUNUS:
قُلْ مَن يَرْزُقُكُم مِّنَ السَّمَاءِ وَالأَرْضِ أَمَّن يَمْلِكُ السَّمْعَ والأَبْصَارَ وَمَن يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيَّتَ مِنَ الْحَيِّ وَمَن يُدَبِّرُ الأَمْرَ فَسَيَقُولُونَ اللّهُ فَقُلْ أَفَلاَ تَتَّقُونَ {31} فَذَلِكُمُ اللّهُ رَبُّكُمُ الْحَقُّ فَمَاذَا بَعْدَ الْحَقِّ إِلاَّ الضَّلاَلُ فَأَنَّى تُصْرَفُونَ {32} كَذَلِكَ حَقَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ عَلَى الَّذِينَ فَسَقُواْ أَنَّهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ {33}
Meâl-i Şerifi
31- De ki, "size gökten ve yerden kim rızık veriyor? O, kulaklara ve gözlere hükmeden kim? Ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkaran kim? İşleri idare eden kim?" Hemen "Allah'dır" diyecekler. De ki, "O halde Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?"
32- İşte o Allah sizin gerçek Rabbinizdir. Gerçeğin dışında sapıklıktan başka ne vardır? O halde haktan nasıl çevriliyorsunuz?
33. Hak dinden çıkmış fasıklara Rabbinin kelimesi şöyle gerçekleşti: Onlar artık imana gelmezler.
31- De ki, size gökten ve yerden kim rızık veriyor? Hele o işitme ve görmeye malik olan kim? Onlara kim hakim bulunuyor? Yani Allah'ın verdiği rızıklardan yararlanmaya en önemli iki araç olan işitme ve görme duyularını, duyuların en şereflisi olan bu iki gücü, bu iki nimeti size kim veriyor? Bunları yaratmaya ve düzenlemeye Allah'dan başka kimin gücü yeter? Veya bunları kim idare ediyor Bunlar üzerinde kim tasarruf ediyor, bunlara kim hükmediyor? Kendi içinizdeki bir olayda, dış dünyadaki bir olayı tecelli ettirip de size sizin dışınızdaki gerçekleri idrak ettiren, Hakk'ın parıltısını duyuran, âyetlerini işittiren, gösteren kim? Burada işitmenin tekil, görmenin çoğul olarak gelmesi, görmenin işitmeden daha çok olduğuna işaret için olsa gerektir. Görmenin ve işitmenin malik, melik ve hakim olmak bakımından ifade ettiği farkları Fatiha Sûresi'nde gösterildi. Bunun hakkın tasdiki açısından ifade ettiği anlam da Âl-i İmran Sûresi'nin "Allah, kendisinden başka Tanrı olmadığına şahitlik etti." (3/18) âyetinde ve En'âm Sûresi'nin "O, (Allah) gözleri görür."(6/103) âyetlerinde geçen, dış dünyanın tanınması ve algılanması meseleleriyle ilgili olarak anlatılmış idi. Doğru görmek ve doğru işitmek, hak ve hakikatı hissedip idrak etmek işi "De ki, ruh benim Rabbimin emrindendir." (İsrâ, 17/85) âyetinin anlamı kapsamında olduğundan, bütün bu işlerin doğrudan doğruya ilâhî bir emir olduğunu hatırlatan derin ve ince bir hakikate ışık tutar. Bunun "Kul nafile ibadetler sayesinde bana o derece yakınlaşır ki, nihayet ben O'nun görmesi, işitmesi ve duyması olurum." kudsi hadisinde de ifadesini bulan "şuhûd billâh" meselesine bir işareti de içerdiğini kaydetmeden geçemiyeceğiz.
Evet işitme ve görme harikası ve bediası kimin milkidir: Ve o kimdir ki, ölüden diri çıkarıyor ve diriden ölü çıkarıyor? Dün ortada yokken bugün bir canlı, bir ot, bir hayvan, bir insan meydana geliyor ve birtakım cansız maddelerden çıkıp geliyor ve sonra yine ölüyor. Yapanı olmadan bir olayın meydana gelmesi imkânsız olduğundan, bu hayat ve ölüm olayını yapan, canlıları dirilten ve öldüren kim? Alınan gıda hayata dönüşüyor, gayr-i uzvi (inorganik) maddeler uzvileşiyor, organik madde haline dönüşüyor: Nutfeden canlı oluyor, kandan nutfe oluşuyor, sonradan da canlı maddeler canlılık özelliğini kaybedip ölüyor ki, tabiat açısından bakıldığı zaman bunlar değişik ve zıt karakterde maddelerdir, bunların birbirlerine dönüşmesi ve seleksiyon denilen ayıklanmaya uğraması, aslında tabiatın temel ilkesi olan ayniyet ve tekdüzelik olayına ters düşen oluşumlardır. Binaenaleyh genel anlamda tabiata aykırı olaylardır. Şimdi bunları çıkaran, böyle hayat ve ölüm gibi tabiatleri ve karakterleri, birbirine zıt iki hadiseyi birbirine dönüştürüp sebebi sonuç, sonucu sebep yapan kim? Böyle tabiata aykırı oluşları birbirine dönüştürüp duran tabiat üstü bir kudretin, tabiat üzerindeki etkisini ve tedbirini anlamamak, bu kudreti görmezlikten gelmek ne mümkün? Ve emri tedbir eden kim? Yani yalnızca âyette sözü edilen bir iki husus değil, bunlar gibi daha nice olayların ve oluşların yönetimini kim elinde tutuyor? Yalnızca yaratma meselesi değil, emir ve kumanda yoluyla cereyan etmekte olan kâinat nizamını, şu koca âlemin düzenini yürüten, bunu evirip çeviren kim? Bunları anlayınca derhal "Allah'dır" diyecekler. Bu soruların cevabı gayet açık ve anlaşılır olduğundan, müşrikler bile bunları biraz düşününce, bütün bunları Allah yapıyor demekte tereddüt göstermeyecekler. O halde, de ki; korkmuyor musunuz? Bu böyle iken siz nasıl oluyor da O'nun kahrından korkmaz, ona karşı şirk ve isyandan, emirlerine karşı gelmekten sakınmaz, başınıza gelecek felaketten kendinizi korumaz, başkalarını bırakıp O'nun himayesine ve korunmasına girmezsiniz?
32- Duydunuz ya O, işte o kemal vasıflarının, o kudretin, o işlerin, o yaratma ve yönetme işinin sahibi bulunandır. İşte Allah, gerçek Rabbinizdir. Uluhiyet yalnızca kendisinin hakkı olan tek mabud, hakikaten ve hakkıyla malikiniz ve amirinizdir. Haktan sonrası da artık dalaletten başka nedir ki? Hak ile dalal arasında zaten başka bir vasıta yoktur. Hakkı çiğneyen, zaten kendiliğinden dalalete düşmüş olur. Hak Teâlâ'dan başka bir Rab, yoktur, batıldır ve müzmahildir. Tevhid akidesinden başka bütün inançlar dalalettir. O halde nasıl yüz dönüp çekiliyorsunuz? Yani, haktan dalalete, tevhidden şirke, saadetten şekavete nasıl çevriliyorsunuz? Dalalete sürüklenmeye nasıl razı olabiliyorsunuz? Nereye çekip gittiğinizi bildiğiniz, anladığınız var mı?
33- İşte böyle, yani Allah'ın rablığı hak ve gerçektir, hakkın dışında ne varsa hepsi batıldır. Onların da hak dinden çıkıp dalalete yöneldikleri gerçekten kesinleşti. Hasılı bütün bu olup bitenler ve açıklanan gerçekler baştan sona hak olduğu gibi, fıskı kesinlik kazanmış olanlar üzerine, yani küfürde inatla direnmiş olanlar, küfürde zirveye ulaşmış, yalnızca amelî anlamda fasık değil, fikrî ve itikadî anlamda da fasık olmuş, mesela yukarıda sorulan sorulara cevap verirken "bunları yaratan Allah'tır demiyecek kadar inkârda ileri gitmiş olanlar üzerine, Rabbın Hak Teâlâ'nın kelimesi, yani şu kelâmı, şu hükmü hak olmuştur: muhakkak ki, onlar iman etmezler. O fasıklar, haktan böylesine yüz çevirmiş, imandan böylesine mahrum ve bütünüyle imansızlık seyyiatına ve sonucuna mahkumdurlar. Bunların çoğu, fıskı ve dalaleti revacta tutan bir takım felsefi zanlarla, vacibu'l-vücud olan Allah'ın varlığına ait delillere karşı dolambaçlı yollarda hile katmaya uğraşan filozof taslakları ve inkârcılar olmaları dolayısıyla bu noktada bütün felsefi nazariyeleri yıkacak şekilde Allah'ın birliğini ispat ve ikrar vardır. Bu ispat ve ikrar için felsefi düşüncede, biri varlık meselesi, öbürü bilgi meselesi olmak üzere bu iki meselenin temelini teşkil eden sebeplilik ve idrak-i hak meselelerini ortaya atmak ve çözüme kavuşturmakla, özellikle bu iki meselenin özünde yatan "vücud-ı Barî" ve "tevhid-i İlâhî" delillerini gayet ince ve son derece kapsamlı ve özellikle filozofları en ziyade şaşırtan cesed ve ruh, madde ve suret, zihin ve dış dünya, afak ve enfüs, subje ve obje ikilemlerine dayanan indilik ve reybilik şüphelerini kökünden halledecek ve kesip atacak şekilde açık ve kesin, aynı zamanda yüksek düşünceli hikmet ehlini irşad edecek olan bir çok incelikleriyle beraber, esas meseleyi herkesin akıl derecesine göre herkese açık bir görüşle sunacak şekilde sade, açık ve anlaşılır iki âyetle aydınlatıp, şirk çeşitlerinin hepsini red ve iptal ederek buyuruluyor ki: