8- ENFAL:

كَدَأْبِ آلِ فِرْعَوْنَ وَالَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ كَفَرُواْ بِآيَاتِ اللّهِ فَأَخَذَهُمُ اللّهُ بِذُنُوبِهِمْ إِنَّ اللّهَ قَوِيٌّ شَدِيدُ الْعِقَابِ {52}

سورة الأنفال (8) ص 184

ذَلِكَ بِأَنَّ اللّهَ لَمْ يَكُ مُغَيِّراً نِّعْمَةً أَنْعَمَهَا عَلَى قَوْمٍ حَتَّى يُغَيِّرُواْ مَا بِأَنفُسِهِمْ وَأَنَّ اللّهَ سَمِيعٌ عَلِيمٌ {53} كَدَأْبِ آلِ فِرْعَوْنَ وَالَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ كَذَّبُواْ بآيَاتِ رَبِّهِمْ فَأَهْلَكْنَاهُم بِذُنُوبِهِمْ وَأَغْرَقْنَا آلَ فِرْعَونَ وَكُلٌّ كَانُواْ ظَالِمِينَ {54} إِنَّ شَرَّ الدَّوَابِّ عِندَ اللّهِ الَّذِينَ كَفَرُواْ فَهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ {55} الَّذِينَ عَاهَدتَّ مِنْهُمْ ثُمَّ يَنقُضُونَ عَهْدَهُمْ فِي كُلِّ مَرَّةٍ وَهُمْ لاَ يَتَّقُونَ {56} فَإِمَّا تَثْقَفَنَّهُمْ فِي الْحَرْبِ فَشَرِّدْ بِهِم مَّنْ خَلْفَهُمْ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ {57} وَإِمَّا تَخَافَنَّ مِن قَوْمٍ خِيَانَةً فَانبِذْ إِلَيْهِمْ عَلَى سَوَاء إِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ الخَائِنِينَ {58} وَلاَ يَحْسَبَنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ سَبَقُواْ إِنَّهُمْ لاَ يُعْجِزُونَ {59} وَأَعِدُّواْ لَهُم مَّا اسْتَطَعْتُم مِّن قُوَّةٍ وَمِن رِّبَاطِ الْخَيْلِ تُرْهِبُونَ بِهِ عَدْوَّ اللّهِ وَعَدُوَّكُمْ وَآخَرِينَ مِن دُونِهِمْ لاَ تَعْلَمُونَهُمُ اللّهُ يَعْلَمُهُمْ وَمَا تُنفِقُواْ مِن شَيْءٍ فِي سَبِيلِ اللّهِ يُوَفَّ إِلَيْكُمْ وَأَنتُمْ لاَ تُظْلَمُونَ {60} وَإِن جَنَحُواْ لِلسَّلْمِ فَاجْنَحْ لَهَا وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ {61}

سورة الأنفال (8) ص 185

وَإِن يُرِيدُواْ أَن يَخْدَعُوكَ فَإِنَّ حَسْبَكَ اللّهُ هُوَ الَّذِيَ أَيَّدَكَ بِنَصْرِهِ وَبِالْمُؤْمِنِينَ {62} وَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِهِمْ لَوْ أَنفَقْتَ مَا فِي الأَرْضِ جَمِيعاً مَّا أَلَّفَتْ بَيْنَ قُلُوبِهِمْ وَلَـكِنَّ اللّهَ أَلَّفَ بَيْنَهُمْ إِنَّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ {63}

Meâl-i Şerifi

Bunların bu gidişi:

52- Tıpkı Firavun'un izinden gidenlerle onlardan öncekilerin gidişi gibi onlar da Allah'ın âyetlerini tanımadılar, Allah da kendilerini günahları yüzünden tutuklayıverdi. Çünkü Allah çok kuvvetli ve azabı çok çetin olandır.

53- Bu, Allah'ın bir kavme verdiği nimeti, onlar kendilerini değiştirmedikçe değiştirmemesinden dolayıdır. Gerçekten de Allah hakkiyle işiten, herşeyi bilendir.

54- Tıpkı Firavun'un izinden gidenlerle onlardan öncekilerin gidişi gibi, Rabblerinin âyetlerini yalanladılar. Biz de onları günahları yüzünden helâk ettik. Firavun ile arkasından gidenleri suda boğduk. Hepsi de zalim idiler.

55- Allah katında kımıldayıp debelenen canlıların en kötüsü, inkara saplanıp da bir türlü iman etmeyenlerdir.

56- Onlar, kendileriyle antlaşma yaptığın halde her defasında antlaşmalarını bozarlar ve bundan hiç çekinmezler.

57- Bundan dolayı onları harpte yakalarsan, kendilerinden sonrakilere de gözdağı olacak şekilde ağır bir cezaya çarptır, belki ibret alırlar.

58- Eğer bir kavmin, sözleşmeye aykırı bir hainlik yapmasından korkarsan, savaştan önce aynı şekilde antlaşmayı bozduğunu kendilerine bildir. Çünkü Allah hainleri sevmez.

59- O kâfirler ileri geçip kurtulduklarını sanmasınlar. Onlar kesinlikle (bizi) aciz bırakamazlar.

60- Siz de gücünüzün yettiği kadar onlara karşı her çeşitten kuvvet biriktirin ve cihad için atlar hazırlayın ki, onlarla hem Allah'ın düşmanlarını, hem de kendi düşmanlarınızı, ayrıca Allah'ın bilip de sizin bilmediğiniz daha başkalarını korkutasınız. Allah yolunda her ne harcarsanız onun sevabı size eksiksiz ödenir ve asla haksızlığa uğratılmazsınız.

61- Eğer onlar barıştan yana olurlarsa, sen de barıştan yana ol! Ve Allah'a güven. Çünkü işiten ve bilen O'dur.

62- Eğer sana hile yapmak isterlerse, muhakkak ki sana Allah yeter. Seni yardımıyla ve müminlerle güçlendirecek olan O'dur.

63- Müminlerin kalplerini birbirlerine O ısındırdı. Yoksa yeryüzünde ne varsa sen hepsini harcasaydın yine de onların kalblerini (böylesine) ısındıramazdın. Lâkin Allah, kalplerini kaynaştırdı. Muhakkak ki, O azizdir, hakimdir.

52- Bu, yani bu âdetin böyle olması, bütün bunların başlarına gelen cezaların ve ikabın böylece kendi amellerine, dayanması şu iki sebep iledir ki, Allah Teâlâ bir kavme, bir topluma ihsan ettiği nimeti durup dururken değiştirecek değildir. Ta onlar kendilerindekini değiştirinceye kadar. Yani onlar o nimete erdikleri zaman kendilerinde o nimete sebep ve vesile olan fıtri misakı, ahlâk ve güzel amelleri, kendileri bozup değiştirinceye kadar, huylarını değiştirinceye kadar Allah'ın o nimeti değiştirmesi, Allah'ın âdetlerinden değildir. İlâhî âdet kişisel sebeplere dayalı olarak verdiği nimetin değişmesini de yine kişisel huyların ve davranışların değişmesi sebebine bağlamıştır. Ki insanın sorumluluğu da buna dayanır. Sebeplerin birincisi işte budur. İkincisi de Allah kesinlikle herşeyi işitir ve bilir. Çünkü Allah herkesin içyüzünü bilir, ne söylediğini de işitir. Onun gözünden hiç kimse birşey kaçıramayacağı için, O da ona göre hesaba çeker. Şu halde akıl ve irade, küfür ve iman , ahlâk ve amel gibi kişisel sebeplere bağlı olan nimetlerin dışındaki doğrudan doğruya alınıp verilen nimetler bu konunun dışındadır. Hiç şüphe yok ki, bu konuda bütün kişisel sebeplerin kıymeti, nimet veya nimet sayılan şeylerin gerçek yüzünü tanıtan âyetleri tanıyıp tanımamaktan ileri gelmektedir. Bir kimsenin kendi fıtratını ve fıtratla ilgili ahdini bozması ve kendisine varid olan sezgi ve delillerin yardımıyla hakkı duymaması ve duymak istememesi elindeki nimetin değişmesine sebep olur. Yine bir kavmin kendi içinde veya dışında bulunan ve kendilerine ilâhî ahkamı tebliğ eden hak rehberlerinin davetini duymak ve tanımak istememesi, toplumsal şuur ve zihniyetlerinde öyle bir bozukluktur ki, bu da onların ellerindeki nimetlerin değişmesine ve elden çıkmasına sebep olur.

İşte bu huy ve şahsiyet değişikliği:

54- "Tıpkı Firavun'un izinden gidenlerle, onlardan öncekilerin gidişi gibi." (Ârâf Sûresi 7/136. âyetin tefsirine bakınız.) Bütün bunların hepsi zalim idiler.İç dünyalarında inkâr ve küfrü adeta iman ve tasdik yerine koymuş ve böylesine sübjefktif bir değişme ile kendi helaklerine sebep olmuş ve kendi kendilerine zulmetmiş zalim kavimler idiler.

55-56- Onlar ki, kendileriyle sözleşme yaptın, sonra onlar her defasında her sözleşme ve muahede sonrasında sözlerinde durmayıp antlaşmayı bozarlar ve bozmaktan da sakınmazlar. Hiç çekinmeden hemen sözleşmeyi bozarlar. Ve sözleşmeyi bozmaktan dolayı, böyle bir alçaklığı yapmaktan dolayı hiç de arlanıp utanmazlar. Böylesine şerli ve böylesine ilkel yaratıklardır. Eğer azıcık anlayışları ve saygıları olsa idi ahdi bozmanın ne fena bir şey, ne kadar küçültücü ve alçaltıcı bir hareket olduğunu, güven duygusunun ortadan kalkmasına sebep olan toplumların güvenliği açısından ne kadar zararlı bir şey olduğunu hisseder de birazcık olsun bundan çekinirlerdi.

Hz. Peygamber, Benî Kurayza Yahudileri ile bir sözleşme yapmıştı: Aleyhinde bir davranışta bulunmayacaklardı. Yani Resulullah ve müslümanlar aleyhinde hiç kimseye yardım etmeyecekler ve destek vermeyeceklerdi. Böyle iken Bedir Savaşı'nda müşriklere silah yardımında bulundular, sonradan da unuttuk, hata ettik, dediler. Sonra yeniden bir sözleşme daha yapıldı, onu da Hendek Savaşı'nda bozdular. Reisleri olan Kâ'b b. Eşref, Mekke'ye gitti, orada müşriklerle bir ittifak antlaşması yaptı. İşte bu âyetin nüzul sebebi bu olaylar olmuştur. Bununla beraber Tebrizi Tefsiri'nde nüzul sebebinin Kureyş'den Abdüddar oğulları olduğu da nakledilmiştir.

57- İmdi bunları, işte bu sözlerinde durmayanları savaşta ele geçirirsen bunlarla arkalarındakilere gözdağı verecek şekilde bozguna uğrat, perişan et, yani bunlara öyle ceza ver ki, arkalarında bunlar gibi ahitlerini bozacak olanlar ve bozma niyeti taşıyanlar, iyice korksunlar da bozmaktan vazgeçsinler. Umulur ki, geridekiler düşünür, taşınırlar da ona göre hareket ederler. Akıllarını başlarına alırlar. Önlerinde olup bitenlerden ibret ve ders alırlar da sözden caymanın fenalığını unutmazlar, bunun getireceği sonucu akıllarından çıkarmazlar.

58- Bir de şu var ki, bir kavmin hıyanet edeceğinden korkarsan yani kendisiyle antlaşma yaptığın bir kavmin o antlaşmayı bozacağını hisseder, ortada olup bitenlerden ve su yüzüne çıkan belirtilerden bunu kesinlikle anlarsan ve böyle bir hıyanete uğratılacağından korkarsan doğru ve düz bir yoldan açıkça onlara sen de nebzediver. Yani ahtlerini dosdoğru bir şekilde ve açıkça yüzlerine fırlatıp atıver.

"Nebz": lügatte bir şeyi kaldırıp atıvermektir. Şeriat dilinde ise bir devletin antlaşma yaptığı başka bir devletle ilişkilerini kestiğini haber verip ilan etmesidir. Yani öyle korkulacak bir hıyanetin alâmet ve belirtilerini görüp anladığın takdirde antlaşmanın geçersizliğini, aranızdaki ilişkiyi kestiğini ciddiyet ve doğrulukla ve açıkça kendilerine resmen bildir. Böylece antlaşmanın geçersizliği taraflarca resmen ve eşit olarak bilinsin de ona göre, hareket edilsin. Sözleşme geçerliliğini sürdürüyor varsayılırken böyle bir ilan yapmaksızın ve feshi bildirmeksizin kesinlikle onlarla savaşa girişme, savaşa tutuşmakta acele etme. Zira muhakkak ki,Allah, hainleri, hainlik edenleri sevmez. Onların yaptığı gibi, resmen dost ve müttefik görünüp de gizlice ahdi bozmak, antlaşmayı çiğnemek bir hainlik olduğu gibi, açıkça ve doğrudan doğruya sözleşmeyi nebzetmeden, duyurup ilan etmeden savaşı başlatmak da yine bir hainliktir. Bundan sakınmak gerekir.

59- Ve böyle kâfirler asla kendilerini sebketmiş, (yani kaçıp kurtulmuş,) arkalarından yetişilip yakalanamaz zannetmesinler. Kesinlikle onlar aciz bırakamazlar. Ne Allah'ı, ne seni, ne de arkalarından koşup yetişecek olan hak ve adalet ehlini aciz bırakamazlar, yıldıramazlar. Bundan dolayı, sözleşmenin feshedildiği kendilerine ilan edildiği zaman, onlar daha önce ahitlerini bozmaya karar vermiş olduklarından, kendilerini ileri geçmiş, hıyanetlerinin cezasından kaçıp kurtulmuş zannetmesinler. Siz de onlara yaptığınız ilandan dolayı onları uyandırırız, önce davranmış bulunurlar da kendilerine yetişmekten aciz kalırız zannında bulunmayın. Nitekim muhatap siğasıyle kırâetleri bu mânâda sarihtir.

Mâide Sûresi'nde de "Sözlerini bozdukları için onları lanetledik ve kalblerini katılaştırdık. Kelimeleri yerlerinden değiştiriyorlar. Uyarıldıkları şeyden pay almayı unuttular. İçlerinden pek azı hariç, daima onlardan hainlik görürsün. Yine de onları affet, aldırma. Çünkü Allah güzel davrananları sever." (Mâide, 5/13) buyurulmuştur (bu âyetin tefsirine bkz.) Hainler ne yaparlarsa yapsınlar hıyanetlerinin cezası mutlaka kendilerini bulur ve bulmalıdır. Bundan dolayı bütün olacakları hesaba katarak, ve göz önünde bulundurarak öyle antlaşmayı boz.

60- Ve ey müminler! Hepiniz onlar için kuvvet olabilecek her şeyden ve bağlı atlardan gücünüzün yettiğince hazırlayın. Yani savaş için kuvvetli olmanıza sebep olabilecek her neye gücünüz yetiyorsa onu hazırlayın, her zaman hazırlıklı olmaya bakın. Bedir'de olduğu gibi, aletsiz ve hazırlıksız bulunmayın. Bu hazırlık ile Allah'ın düşmanı ve aynı zamanda sizin de düşmanınız olan o düşmanları, o Mekke müşriklerini ki, onlardan başka daha nicelerini ki; Onları siz bilmezsiniz, (sayılarını veya düşmanlık derecelerini) Allah bilir. İşte bütün bunları irhab edersiniz, yani yapmış olduğunuz hazırlıklarla bunları korkutur, sindirirsiniz. Gücünüz yettiği ölçüde bu korkutmayı gerçekleştirecek bir halde kuvvet hazırlayınız. Ve Allah yolunda sarfedeceğiniz her şey size ecir olarak aynen ödenecekir. Ve siz hiçbir şekilde zulme, haksızlığa uğratılmazsınız. Ameliniz boşa giderilmez, kesinlikle faydasını görürsünüz, sevabından zerre kadar eksik bırakılmazsınız. "İki bağın ikisi de yemişlerini vermiş ve hiçbir şeyi eksik bırakmamıştır." (Kehf, 18/33).

61- Ve eğer onlar, (o nebz veya çekingenlikten dolayı) barışa meyil gösterirlerse sen de barışa meylet. Zira asıl maksat savaş değil, barış ve selamettir.

Nitekim bu konuda şöyle denilmiştir:

"Barış ve uzlaşma ortamında sen dilediğini seçer alırsın."

"Savaş ise onun esintisinin bile sana getirdiği acı yeter."

Bundan dolayı karşı tarafın barışa meyil göstermesine karşılık sen de barıştan yana olmalısın. Ve Allah'a tevekkül et, O'na güven ve O'na sırtını daya. Acaba bunların asıl maksatları savaş da gizli bir oyun peşinde oldukları için mi barıştan yana görünüyorlar? Acaba bana bir hile mi yaparlar? diye korkma. Muhakkak ki, herşeyi işiten, bilen yalnızca O'dur. Şu halde onların gizli niyetlerini, gizlice yaptıkları fısıldaşmaları işitip bilecek olan Allah olduğu gibi, onların cezasını verecek olan da yine O'dur. Bundan dolayı:

62- Şayet sana, barış yüzünü gösterip savaş maksadı güderek hile yapmak murad ederlerse muhakkak ki, sana Allah yeter, gözeticin, yardımcın ve koruyucun olarak Allah sana yeter. O sana kafi gelir. Zira o Allahdır ki, seni kendi nusretiyle ve bütün müminlerle destekledi,

63-64- ve müminlerin kalblerini ısındırıp, kaynaştırdı. Eskiden onların aralarında öyle ayrılık, birbirlerine karşı öyle nefret kin, düşmanlık ve intikam hissi vardı ki, yeryüzündeki servetin hepsini sarfetmiş olsaydın, yani herhangi bir kimse bu kadar serveti bu uğurda harcamış olsaydı, onların kalplerini böylesine birleştirip kaynaştıramazdın, o ülfeti, o anlaşmayı ve yakınlaşmayı meydana getiremezdin. "Kalpleri arasını" sözüyle ifadeyi vurgulamak, bilhassa şuna işaret ediyor ki, böyle servet harcamakla çeşitli insanları zahiren bir araya getirmek mümkün olabilirse de kalplerini, vicdanlarını barıştırıp yakınlaştırmak bununla kabil olmaz. Ve lâkin Allah, aralarını böylesine kaynaştırdı. Kalpleriyle ve kalıplarıyla onları birbirlerine dost etti, kudreti sayesinde aralarındaki açıklığı kapattı, tevhid imanı ile öyle bir muhabbet ve ülfet verdi ki, hak ve hakikat açısından içleri ve dışları bir tek şahıs gibi kaynaşmış bir hâl aldı, muhkem bir kale gibi bir ictimai bünyeye sahip oldular. Bunlar İslâm'a girip Resulullah'a biatten önce aralarında öfke, kin, haset ve düşmanlık duyguları içinde yüzüyorlardı. Birbirlerini öldürüp, mallarını yağma eden ve sürekli kan davalarıyla bir türlü bir araya gelemeyen, anlaşamayan ve uzlaşamayan çeşitli kavim ve kabilelerden insanlar idi. Özellikle Ensar'ın iki ayrı kolu olan Evs ve Hazreç kabileleri arasında pekçok düşmanlık konusu cerayan etmiş ve öyle olaylar olmuştu ki, tarafların büyüklerini kırmış geçirmiş, boyunlarını iğne ipliğe çevirmişti. Ne zaman ki, Allah Teâlâ onlara bütün o eski düşmanlıkları unutturdu, o kin ve öfkeyi gönüllerinden sildi ve yerine bir kardeşlik sevgisi ve karşılıklı dostluk duygusu koydu işte o zaman tam anlamıyla dost ve kardeş oldular. Allah ve Resulullah sevgisiyle birbirlerine kenetlendiler ve hepsi tek yürek, tek bilek haline gelip huzura erdiler ve nihayet Ensar oldular ve Muhacirin ile kardeş oldular. Allah Resulünün arkasında hakkın tek vücut halindeki desteği oldular. Kendilerinde "Attığın zaman sen atmadın Allah attı." sırrı zahir oldu. Şüphesiz O, bir güçlüdür ki, kudretine sınır bulunmaz, iradesine karşı durulmaz. Öyle bir hakimdir ki, dilediğini nasıl yerine getireceğini bütün incelikleriyle bilir ve hükmünde isabetsizlik olmaz.