5- Maide:

لَقَدْ أَخَذْنَا مِيثَاقَ بَنِي إِسْرَائِيلَ وَأَرْسَلْنَا إِلَيْهِمْ رُسُلاً كُلَّمَا جَاءهُمْ رَسُولٌ بِمَا لاَ تَهْوَى أَنْفُسُهُمْ فَرِيقاً كَذَّبُواْ وَفَرِيقاً يَقْتُلُونَ {70}

سورة المائدة (5) ص 120

وَحَسِبُواْ أَلاَّ تَكُونَ فِتْنَةٌ فَعَمُواْ وَصَمُّواْ ثُمَّ تَابَ اللّهُ عَلَيْهِمْ ثُمَّ عَمُواْ وَصَمُّواْ كَثِيرٌ مِّنْهُمْ وَاللّهُ بَصِيرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ {71} لَقَدْ كَفَرَ الَّذِينَ قَالُواْ إِنَّ اللّهَ هُوَ الْمَسِيحُ ابْنُ مَرْيَمَ وَقَالَ الْمَسِيحُ يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ اعْبُدُواْ اللّهَ رَبِّي وَرَبَّكُمْ إِنَّهُ مَن يُشْرِكْ بِاللّهِ فَقَدْ حَرَّمَ اللّهُ عَلَيهِ الْجَنَّةَ وَمَأْوَاهُ النَّارُ وَمَا لِلظَّالِمِينَ مِنْ أَنصَارٍ {72} لَّقَدْ كَفَرَ الَّذِينَ قَالُواْ إِنَّ اللّهَ ثَالِثُ ثَلاَثَةٍ وَمَا مِنْ إِلَـهٍ إِلاَّ إِلَـهٌ وَاحِدٌ وَإِن لَّمْ يَنتَهُواْ عَمَّا يَقُولُونَ لَيَمَسَّنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ مِنْهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ {73} أَفَلاَ يَتُوبُونَ إِلَى اللّهِ وَيَسْتَغْفِرُونَهُ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ {74} مَّا الْمَسِيحُ ابْنُ مَرْيَمَ إِلاَّ رَسُولٌ قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلِهِ الرُّسُلُ وَأُمُّهُ صِدِّيقَةٌ كَانَا يَأْكُلاَنِ الطَّعَامَ انظُرْ كَيْفَ نُبَيِّنُ لَهُمُ الآيَاتِ ثُمَّ انظُرْ أَنَّى يُؤْفَكُونَ {75}

Meâl-i Şerifi

70- Andolsun biz, İsrailoğulları'ndan söz aldık ve onlara peygamberler gönderdik. Fakat ne zaman onlara bir peygamber nefislerinin hoşlanmadığı bir şey getirmişse, bunlardan bir kısmını yalanlamışlar, bir kısmını da öldürmüşlerdir.

71- Onlar, bir fitne kopmayacak sandılar, kör ve sağır kesildiler. Sonra Allah onların tevbesini kabul etti. Sonra yine onların çoğu kör, sağır kesildiler. Allah, onların yaptıklarını görüyor.

72- Andolsun, "Allah, Meryem'in oğlu Mesih'tir" diyenler elbette kâfir olmuşlardır. Oysa Mesih onlara: "Ey İsrailoğulları, hem benim, hem de sizin Rabbiniz olan Allah'a ibadet edin. Kim Allah'a ortak koşarsa, şüphesiz Allah ona cenneti haram kılmıştır ve onun varacağı yer cehenemdir. Zalimlerin yardımcıları da yoktur" demişti.

73- "Allah, üçün üçüncüsüdür" diyenler elbette kâfir olmuşlardır. Oysa tek ilâhtan başka ilâh yoktur. Eğer söylediklerinden vazgeçmezlerse, elbette onlardan inkâr edenlere acı bir azap dokunacaktır.

74- Hâlâ Allah'a tevbe edip O'ndan af dilemiyorlar mı? Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

75- Meryem'in oğlu Mesih (İsa), sadece bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Anası da dosdoğru bir kadındır. Her ikisi de yemek yerlerdi. Bak onlara âyetleri nasıl açıklıyoruz. Sonra yine bak nasıl yüz çeviriyorlar!

70- Kasem olsun ki biz bu iman esası üzere İsrailoğularından söz aldık ve onlara birçok peygamberler gönderdik. Fakat onlara nefislerinin hoşlanmayacağı bir hak emir ile her ne zaman bir peygamber geldiyse, o gelen peygamberlerden bir kısmını -verdikleri iman sözleşmesine rağmen- yalanladılar. Bir kısmını da öldürüyorlardı. Verdikleri söz gereğince Allah'a iman edip, güzel amel şöyle dursun, tersine Allah'ın gönderdiği peygamberleri yalanlayıp ve hatta öldürüyorlardı.

71- Ve bu yalanlama veya öldürmede bir fitne yani kendileri için bir bela ve musibet olmayacağını zannettiler. Yahut Ebu Amr, Hamze, Kisâî, Yakub, Halefü'l-Âşir kırâetlerinde ref' ile okunduğuna göre: "Ve zannettiler ki kesinlikle bir fitne olmaz". Eğer bunların ahirete, sorumluluğa imanları olsaydı böyle zannetmeyeceklerdi. Halbuki böyle zannettiler de kör ve sağır oldular. Hak delilleri görmez, hak sözü işitmez oldular. Sonra Allah kendilerine tevbe nasip etti, tevbe ettiler. Allah da kabul etti.. Sonra yine kör, sağır oldular, fakat hepsi değil içlerinden birçoğu böyle oldular ve öyle yaptılar. Şu halde geçmişte bunların çoğunun "kim Allah'a ve ahiret gününe inanır ve güzel amel işlerse" âyetinin delaletinde dahil olmadıkları muhakkak. Allah ise sadece geçmişteki işlediklerini değil, bundan böyle ne yapacaklarını da bilir. Ve amellerine göre cezalarını verecektir. Bunun için "(Ey Muhammed) Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun azgınlık ve inkârını artıracaktır. Sen o kâfirler toplumu için üzülme" (Mâide, 5/68) buyurmuştur.

72-Hıristiyanlara gelince, Mesih kendisi: "Ey İsrailoğulları, Rabbim ve Rabbiniz olan Allah'a ibadet ediniz, ancak onu ibadete layık tanıyınız. Zira her kim Allah'a ortak koşarsa Allah onu cennetinden mahrum eder, sığınağı ateş olur, zalimlere yardımcılar da yoktur" demiş olduğu halde: "Allah, Meryem'in oğlu Mesih'ten ibarettir" diyenler, kasem olsun ki muhakkak kâfir oldular. Yukarda bu iddianın hadd-i zatında küfür olduğu gösterilmiş idi. Burada ise özellikle Hz. İsa'ya iman ve onu büyükleme adına söylenmiş olan bu sözün onu yalanlamak ve davetine karşı çıkmak olduğu da anlatılmıştır. hıristiyanların ellerindeki İnciller'de bile Hz. Mesih'in bu sözü zikredilmiştir. "Ey Mamûdiyye oğulları toplumu, yahut ey gençler toplumu, bizimle kalkınız, babama ve babanıza, ilâhım ve ilâhınıza, kurtarıcım ve kurtarıcınıza...". (Âl-i İmran, 3/45. âyetin tefsirine bkz.)

73-Evet; Vâhid, yani vâhdâniyet (birlik)le sıfatlanmış ve ortaklığı kabulden uzak bir ilâhtan başka hakikatte ibadete layık olabilecek hiçbir ilâh, hiçbir mabud (ibadet edilen) mevcut olmadığı halde üç ilâh varsayıp da, "Allah üçün üçüncüsüdür" diyenler, kasem olsun ki muhakkak küfrettiler. Bir hayli tefsirci yani "üç ilâhın biri" demek olduğunu söylemişler ve bazıları özellikle "üçüncü" mânâsına tertip kastedilmediğini de açıklamışlardır. Çünkü Arap dilinde "sâni, sâlis, râbi diye ism-i fail vezninde olan adet isimleri, bir sayı ismi, bir de şibh-i fiil (fiilimsi) olan ism-i fâil olmak üzere kullanılır. İsm-i fail olunca, sâni vâhid, sâlisü isneyn, râbiu selâse.. gibi bir derece aşağısına muzaf kılınarak onun dışındaki dereceyi gösterir ki, değiştirme ifade eder. " Biri ikiliyen, ikiyi üçleyen, üçü dörtleyen" demek olur. Diğerinde ise yalnız kendi hali kastedilir. gibi aynı sayıya muzaf kılınır ve "üçün biri demek olur" diye Nahv kitaplarında açıklanmıştır. Şu halde: "Allah, sâlisü selâsedir" diyenler: "İlâh üçtür. Fakat Allah birdir, bu üçün biridir" demiş oluyorlar. Bu takdirde ekânim-i selâse (üç asıllar) adıyla baba, Rûhu'l-Kudüs, oğul yahut bazı görüşe göre, baba, ana, oğul diye üç ilâh sayan hıristiyanlar, Allah dedikleri zaman bu üç arasında hiçbir tertip itibar etmiyerek kapalı bir şekilde genelde birini kastederler demek olur. Bu ise Rûhu'l-Rudüse ve oğula da muhtemel olmakla beraber, daha çok "baba"da akla gelen bir fikir zannedilir. Ve bu şekilde (üçün biri) diyenler "Muhakkak Allah, Meryem oğlu Mesih'dir" diyenlerden başkası olması gerekir. Bunun içindir ki önceki âyet Yâkûbiyye, bu da Melkânî ve Nestûriyye kısımları hakkında olduğunu söylemişlerdir. Hakikatte küfür olması için (üçün biri) demek de yeterlidir. Ve hıristiyanlardan hikaye olmayan ilâhî sözü de özellikle bu noktaya işaret eder. Sonra hıristiyanların "üç asıl"da eşitlik iddiasına da uygundur. Fakat biz, "sâlisü selâse" deyiminin, "ehadü selâse" deyimine mutlaka mürâdif (anlamdaş) olduğunu kabul edemeyeceğiz. "Sâlisü selâse", üçün içinde üçüncü derecede bulunan biri mânâsına "ehadü selâse" demektir ki ehastır. Bunda da herhalde derece muteberdir. Şu kadar ki bu derece sabit olmak şart olmayıp itibârî (saymaca) de olabilir. Birinci herhangi birisinden itibar edilebilirse, üçüncü yine ikinciden sonra gelir. "Sâlisü selâse" diyen, yalnızca "üçün biri" dememiş, "üçün üçüncüsü" demiştir. Gerçi sabit bir tertip kastedilmediğine göre bu üçüncü, her birini ihtimaline alabilirse de üçüncü üçüncüdür. Şu halde "ehadü selâse" (üçün biri) denilmeyip de, "sâlisü selâse" (üçün üçüncüsü) denilmesi her halde dikkat çekicidir. Ve doğrusu bu görüş , teslis (üçlemey)i kabullenen bütün hıristiyan fırkalarının inancıdır. Burada hıristiyanların üçlemesinin bütün mahiyeti yer almıştır: Sâlisü selâse: Bu bize gösteriyor ki hıristiyanlar üçleme (teslis) ile "Allah üçtür" demiyor, "ilâh üçtür" diyor ve Allah'ı bu üçün üçüncüsü sayıyor. Yani üç ilâhın üçünü de saymadan "Allah" demiş olmuyor. Onun nazarında cevher ve ûlûhiyetin tabiatı birdir, fakat şahıs üçtür. Ekânîm-i selâse (üç esas)nin her biri bir ilâhtır. Baba ilâh, Rûhu'l- Kudüs ilâh, oğlu ilâhtır. Ve bu cihetle üçü eşittir. Bununla birlikte hiç bir tertip de yok değildir. Aralarında itibari de olsa bir tertip vardır. Daha doğrusu baba, oğul kelimeleri, hadd-i zatında birer dereceye işaret eder ve bir tabiî tertibi de gösterirler. Gerçi herhangi birinden saymaya başlanabilir. Fakat genellikle babadan başlanır. Nitekim ilk İznik konsilinin inancında Yesu Mesih hakkında, "babasının cevherinden, hak ilâhtan bir hak ilâh olan tek oğul" denilmiş olması, tabîî bir tertibin ifadesidir. Tek başına düşünülen baba bir ilâh, Ruhu'l-Kudüs bir ilâh, oğul bir ilâh sayılır. Ancak üçü birden düşünüldükleri mertebededir ki Allah denilmiş olur. Bununla üç basit (yalın), bir de mürekkeb (bileşik) olmak üzere dört ilâh farzettikleri de sanılmamalıdır. Zira üçün herhalde üçüncüsü olan birinde birleştiğini tasavvur ederler ki "râbiu selâle" (dördü üçleyen) demezler de "sâlisü selâse" (üçün üçüncüsü) derler. Nitekim bir, iki, üç diye sayıldığı zaman bir birinci, iki ikinci, üç üçüncüdür ve aynı zamanda bir sayıdır ki birle iki bundan birleşmiştir. Bu üçüncü sayı, ikiyi üçleyen bir değildir. Birinci olan bir, ikinci olan ve bir sayı teşkil eden iki de değildir, hepsidir. Ve aynı zamanda üçüncüdür. Yoksa bir, iki, üçün toplamı olan altı sayısı gibi dördüncü bir sayı değildir. İşte hıristiyanların üçleme inancı da hem üç hem birdir. Ve bu, bir râbiu selâse (dördü üçleyen) değil, sâlisü selâse (üçün üçüncüsü)dir. Üç ilâhı, üçüncüsü olan birinde birleştirirler. Bu üçüncüden maksadın "oğul" olduğu da ifadelerinden açıkça anlaşılmaktadır. Fakat genelde bunu, açıklamıyor görünürler de râbiu selâse (üçün dördüncüsü) demezler, "üçün üçüncüsü" derler; fakat üçü sayıp birleştirmeden kelimenin oğulda cesetlendiğine itibar etmeden "evvel = bir Allah" demiş olmazlar. Şu halde bunlara göre "baba" bazı deyime göre "vücûd" hadd-i zatında bir ilâhtır. Fakat Allah değil, Allah'ın babasıdır. Aynı şekilde Rûhu'l-Kudüs ve bazı deyime göre hayat, hadd-i zatında bir ilâhtır. Fakat Allah değil, Allah'ın kelimesi veya ruhudur. Aynı şekilde "oğul" veya "kelime" ve bazı deyime göre ilim de kendi zatında bir ilâhtır. Ve babasının cevherinden, ruhundan oğludur. Babadan ve ruhtan ayrı gibi düşünüldüğü derecede henüz Allah değil, Allah'ın oğlu veya kelimedir. Ancak "baba"nın cevheriyle, ruhuyla, kelimesiyle olan oğuldan cesetlendiği düşünüldüğü andadır ki üçü bir Mesih olmuş ve Allah düşünülmüş olur. Nitekim İznik konsili, "Bir zaman var idi ki Allah'ın oğlu yoktu." diyenleri kâfir kabul etmişti. Çünkü kanaatlarında oğuldan önce ilâh varsa bile henüz Allah yok idi. Demek ki hıristiyanlığın üçlemesi açıktan açığa "Allah üçtür" demek olmadığı gibi mutlak olarak "üçün biri" demek de değildir. "İlâhlar üçtür, Allah ise bunların içinde üçün üçüncüsüdür" demektir. Bu da "Allah, Mesih'tir" demektir. Bunun içindir ki hıristiyanlar "İlâh üçtür" dedikleri halde "Allah'dan başka ilâh yoktur" da derler ve bunu "Mesih'den başka ilâh yoktur" demeye eşit tutarlar. "İlâh üçtür" demekle beraber, Mesih'in dışında hiç bir ilâh tanımazlar. Şu halde "üçün üçüncüsü" mânâ bakımından Meryem oğlu İsa'dan eam (daha genel) gibi görünürse de hıristiyanların inancında - araştırma gereği- eşittirler. "Allah, üçün üçüncüsüdür" demek "Muhakkak Allah, Meryem oğlu Mesih'tir" demenin diğer bir ifadesidir. Bunu iyi düşünebilmek için "ilâh" kelimesi ile "Allah" kelimesinin mânâlarındaki mazmûn ve şümul (içeriğ)ü iyi gözetmek gerekir. Fâtiha sûresinde açıkladığımız üzere cins isim olduğundan, mânâsına göre, fazla sayıda sayılabilir. Fakat (Allah) özel isim olduğundan ancak tek olarak düşünülebilir. (Allah), hadd-i zatında, hakkıyle mabud (ibadet olunan) ve kendinden üstünü tasavvur edilemeyen (tek ekmel= eksiksiz)dir. Ve şu halde gerçekte ilâh odur. Fakat "ilâh" ve "mabud" kelimesi izafi (değişken) olarak da düşünülür. Ve bunun için Allah'tan başkasına da söylenir. Ve herhangi bir kimsenin en çok saygı duyduğu, kulluk arzusu duyduğu ne ise o onun ilâhıdır. Fakat, bu batıl ve geçici de olabilir. O zaman ona, "onun ilâhı" denilir de "Allah'ı" denemez. Hatta izafetle, (tamlamayla) "Felanın Allah'ı" demek dil bakımından bile caiz değildir. Allah muzaf (tamlanan) olmaz, muzafın ileyh (tamlayan) olur. "Benim Allah'ım" demek, "benim ilâhım" demek olabilir. Allah ismini bilmeyen veya anlamayan, kullanmayan ve ancak "Mabud, Rab, Tanrı, Diyö, İlâh.." gibi, ilâh mânâsına olan cins ismi kelimeleri kullanan dillerle bu farkı anlatabilmek mümkün değildir. Mesela Fransızcada "Diyö üçtür, Diyö birdir" denilmekle bu mânâ ifade edilemez. Bu noktada hıristiyanlar, "Allah" ismi yerine, Meryemin'in oğlu İsa'nın lakabı olan "Mesih" vasfını, "ehad-i ekmel" (eksiksiz tek) in bir ifadesi olmak üzere almışlardır. Bunun için kanaatlarında "ilâh üçtür, fakat Mesih birdir." Her biri bir ilâh farzedilen ekânîm-i selâse (üç esas)de Yesu yalnız oğuldur. Fakat (Yesu' Mesih) hepsidir. Baba ve kelime ve oğul kendi zatlarında farklı oldukları halde (Yesu' Mesih) de birbirlerini tasdik ederler ve "tek kusursuz= en mükemmel tek" bu sayılır. Bundan dolayıdır ki hıristiyanlar, Yesu Mesih'ten önce âlemlerin kelime ile yaratılmış olduğunu ve her şeyin yaratıcı ve sahibi bir "baba ilâh" bulunduğunu kabul etmekle beraber, henüz âlemlerin sağlam olmayıp, bu sağlamlığın cesetlenmesi "kelime" üzerine Yesû-i Mesih eliyle meydana geldiğini ilk İznik konsilinden beri inançlarının başına yazmışlardır. Demek ki bunlara göre "üçlü esas", birinci ve ikincisiyle değil, üçüncüsüyle en mükemmeldir. Üçünün oluşturduğu tek ilâh ve en mükemmel, tek baba değil, Ruhu'l-Kudüs değil, hepsi olan Yesû-i Mesih'tir, üçün üçüncüsüdür. Buna göre bunların nazarında bir olan Allah mutlak üçün biri değil, üçün üçüncüsüdür, kelimenin cesetlendiği Mesih'tir.

"Muhakkak Allah üçün üçüncüsüdür" demek, hem selâse (üç) kelimesi, hem de sâlis (üçüncü) kelimesi itibariyle olmak üzere iki yönden küfürdür. Birisi gerçekten bir ilâhtan başka ilâh olmadığı halde, üç ilâh farzetmek ve bunların her birine "hak ilâh" demektir ki katıksız şirktir. Birin hakkı olan ilâhlığı onunla beraber ikiye daha vermektir, yalandır, zulümdür. Allah'ın hakkını inkârdır. "Allah üç" demek gibi bir çelişkidir. Birisi de bu şirk ve çoğalma içinde yalan bir tevhid davasıyla Allah'ı bu üçün üçüncüsünü farzetmek, Allah'tan başkasına Allah demektir ki, bu da Allah'ı ve Allah'ın önceliğini inkâr etmektir. Halbuki Allah Teâlâ "yok" demekle yok olmayacağı ve yalan inanç ile hak ve hakikat değişmeyeceği için, bu da hadd-i zatında diğer bir şirktir. Ve gerçekte hıristiyanlığın üçlemesinin böyle biri şirk, biri tevhid görünen iki yüzü vardır ki, hakikatte ikisi de şirktir. Ve bu şirk aslında Allah'ın önceliğini inkâr etmeyen ve bununla birlikte açıktan şirk iddia eden açık müşriklerin şirkinden daha ileri gitmiş olmakla beraber, onlarınki kadar açık değil kaçamaklıdır. Gerçeği ise her şüpheden uzak olarak kesin bilgi ile söylemek gerektiğinden bu hıristiyanların müşrikliği şüpheli olursa da, bu Teslis (üçleme) davası ile kâfir olduklarında asla şüphe yoktur. Ve işte Allah Teâlâ:

"Allah, üçün üçüncüsüdür diyenler elbette kâfir olmuşlardır. Oysa tek ilâhtan başka ilâh yoktur..." âyetiyle teslis inancında olan bütün hıristiyanların iddia ettikleri üçlemenin bütün içyüzünü " üçün üçüncüsü" diye iki kelimede özetlemekle her iki yönden küfürlerini yemin ve tekit ile açıklamıştır. Gerçi Allah Teâlâ bunların Hz. İsa'ya dost olmadıklarını tamamen anlatmak üzere böyle diyenlerin hıristiyanlar olduklarını zikretmemiştir. Fakat "üçün üçüncüsüdür" diyenler deyiminin de ekânîm-i selâse (üç esas)ye kâni olan hıristiyan mezheplerinin hepsini içine aldığı açıktır. Bunda yalnız "Melkânî" denilen Katolik ve Ortadokslarla Nastûrîler değil, Yâkûbîler, diğer deyimle Monofizitler de dahildirler. Hatta bir zamanlar mevcut olup, sonradan tamamen kaybolmuş olan ve "üç esas"ı baba, ana, oğul diye sayan Berberânîler de dahildirler. Yukarda da açıklandığı üzere "Muhakkak Allah, Meryem'in oğlu Mesih'tir" diyenler de Yakûbiyyeye tahsis edilmiş değildir. Gerçek sonuç (üçün üçüncüsü) demek de "o, Meryem'in oğlu Mesihtir" demenin diğer bir deyimidir. Bu iki deyim, biri tevhid şeklinde şirk, biri de şirk içinde tevhid iddia eden hıristiyan üçlemelerinin her iki şekilde içyüzünü ve küfür olduğunu söylemektedir. Şu halde bunlar da hak dinin birinci esası olan "Allah'a iman eden" şartına haiz değillerdir.

74- Ve eğer bu söyledikleri sözlerden vazgeçmezler, vazgeçip şirk şüphesinden uzak bir tevhid ile Allah'a iman etmezlerse içlerinden böyle kâfir kalanlara elbette ve elbette elîm (acıklı) bir azap dokunacaktır. Bunlar bundan böyle bu inkârlardan vazgeçip Allah'a tevbe ve istiğfar etmezler mi? Halbuki Allah gafûr, rahîmdir, tevbe ve istiğfar ederlerse affeder ve kendilerini lutuf ve rahmetiyle mesut eder. Anlaşılıyor ki, hıristiyanlar, yahudiler kadar inkârcı değildirler. İçlerinde tevbe ve istigfar ile imana gelmek kabiliyetinde bulunanlar onlardan çoktur. Hakikaten bir sayfa sonra bu cüzün sonu ile yedinci cüzün başında bu mânâ açıklanacaktır. Bunun için bunlar, tevbe ve istiğfara teşvik edildikten sonra, delilli yolda hakkı araştırmakla aydınlatılmaları için buyuruluyor ki:

75- Meryem'in oğlu Mesih başka bir şey değil, ancak bir Resul (peygamber) dür. İlâh değil, ancak Allah'ın delil ve ferman ile gönderdiği bir elçi, bir tebliğci, bir peygamberdir. Hem ilk olarak gelmiş bir peygamber de değil, ondan önce bir çok peygamberler gelip geçmiştir ki Allah Teâlâ Mesih'e verdiği delillerine ve seçkin özelliklerin benzerlerini daha önce onlara vermiş ve onlar bu özellikleri ve farklı delilleri ile ancak peygamberliklerini isbat etmişler ve sonra da geldikleri gibi durmayıp geçmiş gitmişlerdir. Mesela Allah Mesih'in eliyle ölüye can verdiyse ondan önce Musa'nın elinde asâya can vermiş ve onu koşan bir ejderhayapmıştı ki, bu daha şaşırtıcıdır. Allah Mesih'i babasız yaratmış ise, daha önce Âdem'i babasız ve anasız yarattı ki, bu daha gariptir.

İşte Meryem'in oğlu İsa, geçmişte kendisinin olgunluklarına iştirak etmiş bu kadar denkleri ve benzerleri geçen ve onlar gibi gelip geçeceği açık bulunan bir peygamber. Anası da sıddıka (doğru), yani doğruluk ve sadakatten ayrılmayan, Allah'ı ve peygamberlerini tasdik eden diğer kadınlar gibi özünde, sözünde, işinde gayet doğru bir kadındır. Bundan başka ana oğul ikisi de yemek yerlerdi. Kendi nefislerinde yokluk, eksiklik içinde kalır, dışardan gıda almaya muhtaç olurlar. Nefes alıp vermek, dolup boşalmak ihtiyacından kurtulamazlardı ki, hayvanların mahkum olduğu bir ihtiyaç ve zarûrettir. Herhangi bir ihtiyaç ile muhtaç olanlara ilâh demek ise "muhtaç değil" demektir, yalandır, çelişkidir. Şu halde sadece yemek yediklerinden belli ki, ne Mesih ilâhtır, ne de anası. Görülüyor ki burada ilâh olmanın bir gerektiricisi, bir de muhalifi bakımından çok açık iki delil gösterilmiştir ki, hem istintâcî (sonuç almaya ait), hem istikrâî (bilgi edinmeye dair) özellikleri taşımaktadır:

Birinci olarak: İlâh olmayı gerektiren kemâl açısından bakıldığı zaman Mesih'in ve anasının çok yüksek kemâlleri, ortaklığı kabul eden ve hatta bizzat emsal (eş ve örnek)leri ve benzerleri geçmiş bulunan bir kemâldir. Böyle bir kemâl ise benzersiz bir kemâli gerektiren ilâhlık hakkını gerektirmez. Ancak örneklerinin ve benzerlerinin hükmünü bağışlar ki, o da Mesih hakkında peygamberlik, anası hakkında sahâbiliktir. Diğer taraftan ilâhlığa uymayan noksanlar açısından bakıldığı zaman Mesih'in ve anasının kemâlleri, gelip geçici imkanı ve son bulmayı inkâr değil, geçmiş örnekleriyle onu teyit ve ispat eden ve bundan dolayı bir noksan ile beraber bulunan bir kemâldir. Bu ise, varlığı vacib ve bâkî olan Allah'a uygun ilâhlık hakkına aykırıdır.

İkinci olarak: Geçmişteki peygamberler geçmemiş, Mesih ilk peygamber ve anası ilk Sıddîka (doğru kadın) olmuş olsaydı, hakkıyla ilâh anlamını idrak eden her akıl sahibi Mesih'i ve anasını kendi şahıslarıyla düşünür ve ilâh olamayacaklarını kesin olarak anlardı. Çünkü anası da, oğlu da yiyorlar, içiyorlar, bütün hayvanlarda bulunan bir ihtiyaçtan uzak kalamıyorlardı. Ve elbette bunun gereklerinden olan dışarı çıkarmaya da mecbur bulunuyorlardı. Şu halde başka bir delil aramaya lüzum kalmadan her selim akıl kaçınılmaz bir şekilde anlar ki, diğer kemâllerine rağmen böyle bir beşerî ve hayvanî ihtiyaç ile bizzat muhtaç olan herhangi bir varlık hak ilâh olamaz. Çünkü hak ilâh, hadd-i zatında her türlü ümit ve korkuya merci, her kemâle bütün kemâliyle sahip, her türlü ihtiyaç ve noksandan uzak, mutlak gani, mutlak kendisine muhtaç olunan varlık demektir.

Ey Muhammed bak, biz onlara hak âyetleri ve delilleri nasıl, ne güzel, ne açık beyan ediyoruz sonra da bak onlar nasıl veya nereden çevriliyorlar. Bu açık gerçeklerden ne fena saptırılıyor da asıl ve esası yok batıl sevdalar peşinde dolaştırılıyorlar. Hemzenin fethiyle kalb ve sarf, yani döndürüp çevirmek demektir.

Ey Muhammed!