4-NİSA:

سورة النساء (4) ص 92

اللّهُ لا إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ لَيَجْمَعَنَّكُمْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ لاَ رَيْبَ فِيهِوَمَنْ أَصْدَقُ مِنَ اللّهِ حَدِيثاً {87} فَمَا لَكُمْ فِي الْمُنَافِقِينَ فِئَتَيْنِ وَاللّهُ أَرْكَسَهُم بِمَا كَسَبُواْ أَتُرِيدُونَ أَن تَهْدُواْ مَنْ أَضَلَّ اللّهُ وَمَن يُضْلِلِ اللّهُ فَلَن تَجِدَ لَهُ سَبِيلاً {88} وَدُّواْ لَوْ تَكْفُرُونَ كَمَا كَفَرُواْ فَتَكُونُونَ سَوَاء فَلاَ تَتَّخِذُواْ مِنْهُمْ أَوْلِيَاء حَتَّىَ يُهَاجِرُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ فَإِن تَوَلَّوْاْ فَخُذُوهُمْ وَاقْتُلُوهُمْ  حَيْثُ وَجَدتَّمُوهُمْ وَلاَ تَتَّخِذُواْ مِنْهُمْ وَلِيّاً وَلاَ نَصِيراً {89} إِلاَّ الَّذِينَ يَصِلُونَ إِلَىَ قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُم مِّيثَاقٌ أَوْ جَآؤُوكُمْ حَصِرَتْ صُدُورُهُمْ أَن يُقَاتِلُوكُمْ أَوْ يُقَاتِلُواْ قَوْمَهُمْ وَلَوْ شَاء اللّهُ لَسَلَّطَهُمْ عَلَيْكُمْ فَلَقَاتَلُوكُمْ فَإِنِ اعْتَزَلُوكُمْ فَلَمْ يُقَاتِلُوكُمْ وَأَلْقَوْاْ إِلَيْكُمُ السَّلَمَ فَمَا جَعَلَ اللّهُ لَكُمْ عَلَيْهِمْ سَبِيلاً {90} سَتَجِدُونَ آخَرِينَ يُرِيدُونَ أَن يَأْمَنُوكُمْ وَيَأْمَنُواْ قَوْمَهُمْ كُلَّ مَا رُدُّوَاْ إِلَى الْفِتْنِةِ أُرْكِسُواْ فِيِهَا فَإِن لَّمْ يَعْتَزِلُوكُمْ وَيُلْقُواْ إِلَيْكُمُ السَّلَمَ وَيَكُفُّوَاْ أَيْدِيَهُمْ فَخُذُوهُمْ وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثِقِفْتُمُوهُمْ وَأُوْلَـئِكُمْ جَعَلْنَا لَكُمْ عَلَيْهِمْ سُلْطَاناً مُّبِيناً {91}

سورة النساء (4) ص 93

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ أَن يَقْتُلَ مُؤْمِناً إِلاَّ خَطَئاً وَمَن قَتَلَ مُؤْمِناً خَطَئاً فَتَحْرِيرُ رَقَبَةٍ مُّؤْمِنَةٍ وَدِيَةٌ مُّسَلَّمَةٌ إِلَى أَهْلِهِ إِلاَّ أَن يَصَّدَّقُواْ فَإِن كَانَ مِن قَوْمٍ عَدُوٍّ لَّكُمْ وَهُوَ مْؤْمِنٌ فَتَحْرِيرُ رَقَبَةٍ مُّؤْمِنَةٍ وَإِن كَانَ مِن قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ مِّيثَاقٌ فَدِيَةٌ مُّسَلَّمَةٌ إِلَى أَهْلِهِ وَتَحْرِيرُ رَقَبَةٍ مُّؤْمِنَةً فَمَن لَّمْ يَجِدْ فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِ تَوْبَةً مِّنَ اللّهِ وَكَانَ اللّهُ عَلِيماً حَكِيماً {92} وَمَن يَقْتُلْ مُؤْمِناً مُّتَعَمِّداً فَجَزَآؤُهُ جَهَنَّمُ خَالِداً فِيهَا وَغَضِبَ اللّهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَأَعَدَّ لَهُ عَذَاباً عَظِيماً {93}

Meâl-i Şerifi

87- Kendinden başka ilâh olmayan Allah, sizi kıyamet gününde mutlaka biraraya toplayacaktır. Bunda asla şüphe yoktur. Allah'tan daha doğru sözlü kim olabilir? Şu halde:

88- O halde, siz niçin münafıklar hakkında iki gruba ayrılıyorsunuz? Allah onları kazandıkları günah yüzünden terslerine döndürdüğü halde Allah'ın saptırdığını yola getirmek mi istiyorsunuz? Allah kimi saptırırsa, sen onun için bir çıkış yolu bulamazsın.

89- Onlar, küfür işledikleri gibi, sizin de küfür işleyip kendileriyle bir olmanızı arzu ettiler. Onun için, onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar içlerinden dost edinmeyin. Eğer bundan yüz çevirirlerse onları yakalayın ve bulduğunuz yerde öldürün; Onlardan ne bir dost, ne de bir yardımcı edinmeyin.

90- Ancak o kimselere dokunmayın ki, sizinle aralarında anlaşma olan bir kavme sığınmış bulunurlar. Yahut ne sizinle, ne de kendi kavimleriyle savaşmayı gönüllerine sığdıramayıp tarafsız olarak size gelmişlerdir. Eğer Allah dileseydi, onları size musallat kılardı, onlar da sizinle savaşırlardı. Eğer onlar sizden uzak dururlar, sizinle savaşmayıp size barış teklif ederlerse, Allah, sizin için onlar aleyhine bir yol vermemiştir.

91- Diğer birtakım kimseleri de bulacaksınız ki; hem sizden emin olmak, hem de kavimlerinden emin olmak isterler. Fitne için her davet olunuşlarında onun içine başaşağı dalarlar. Eğer bunlar sizden çekinmezlerse, kendilerini bulduğunuz yerde yakalayın ve öldürün. İşte bunlar aleyhinde size açık bir ferman verdik.

92- Hata dışında bir mümin, diğer bir mümini öldüremez. Ve kim bir mümini yanlışlıkla öldürürse, mümin bir köle azad etmesi ve ölenin ailesine (varislerine) teslim edilecek bir diyet vermesi gerekir. Ancak ölünün ailesinin bağışlaması müstesnadır. Eğer öldürülen, mümin olmakla beraber size düşman bir kavimden ise, o zaman, öldürenin bir köle azad etmesi gerekir. Eğer öldürülen sizinle aralarında antlaşma olan bir kavimden ise, öldürenin, ölenin ailesine diyet vermesi ve mümin bir köle azad etmesi gerekir. Bunlara gücü yetmeyenin de Allah tarafından tevbesinin kabulü için arka arkaya iki ay oruç tutması gerekir. Allah, Alimdir (her şeyi bilendir), Hakimdir (hüküm ve hikmet sahibidir).

93- Kim bir mümini kasten öldürürse, cezası, içinde ebedî olarak kalacağı cehennemdir. Allah ona gazab ve lanet etmiş ve onun için büyük bir azab hazırlamıştır.

88-89-Hasan ve Mücahid'den rivâyet olunduğuna göre bir kavim, Medine'ye gelip müslüman olduklarını açıkladıktan bir süre sonra Medine'den sıkıldıklarını bahane ederek çöle çıkmak için Hz. Peygamberden izin istemişler ve çıkınca aşama aşama göçerek gitmişler, sonunda müşriklere katılmışlar, Müslümanlar da bunların müslüman olup olmadığında ve savaş açısından haklarında nasıl bir muamele yapılmasının lazım geleceğinde ihtilafa düşmüşlerdi. Bu sebeple bunların aslında münafık oldukları açıklanarak genel bir şekilde savaş hukuku ile ilgili bazı hükümler tebliğ edilmek üzere şu âyetler inmiştir:

Her kim güzel bir işte aracılık yaparsa sevap, kim de kötü bir işte aracılık yaparsa günah kazanır. Allah'a hesap vermek bir gerçektir, Allah birdir, kıyamet gününde şüphe yok iken, siz o münafıklar hakkında neden iki gruba ayrılıyorsunuz? Halbuki Allah onları kazandıkları küfür ve günahlar sebebiyle tersine çevirip reddetmiştir. Siz Allah'ın sapıklığa düşürdüğü kimselere hidayet vermek mi istiyorsunuz? Halbuki Allah, her kimi sapıklığa düşürürse, yani kimde sapıklığı yaratırsa Ey Muhammed! Sen bile artık ona bir yol bulamazsın. Onlar, kendileri nasıl kâfirler ise siz de öyle kâfir olasınız da hepiniz kâfirlikte eşit olasınız diye arzu etmektedirler. Bundan dolayı, Onlar Allah yolunda hicret edinceye, bu şekilde imanlarını isbatlayıncaya kadar içlerinden dostlar edinmeyiniz. Eğer onlar, Allah yolunda doğru dürüst hicret etmekle imanlarını açıklamaktan çekinirlerse onları tutunuz ve bulduğunuz yerde, yani Harem-i Şerif içinde de olsa kendilerini öldürünüz ve onlardan ne bir dost, ne bir yardımcı tutmayınız, tamamen onlardan sakınınız.

90- Ancak şu iki durumun birinde bulunanlar yakalanıp öldürülmekten müstesnadır.

1- Sizinle aralarında bir anlaşma ve sözleşme bulunan herhangi bir kavme varıp onlara sığınanlar... Böyle sizinle savaş durumunda olanları terkedip savaş durumunda olmayan bir kavmin anlaşma ve güvencesine katılanlar, o kavm ile olan anlaşmanın hükmüne tabi olurlar.

2- Yahut, sizinle savaşa girişmekten veya sizinle savaş halinde olan kendi kavimlerine karşı savaşmaktan göğüsleri sıkışarak; yani ne sizinle, ne kendi kavimleriyle savaşmayı akıllarına sığdıramayıp ne lehinizde, ne aleyhinizde savaşmaya karışmamak, tarafsız kalmak arzusunda bulunarak soluk soluğa size gelmiş olanlar. Bunlar da aşağıda açıklanacağı gibi taarruzdan korunmuşlardır.

Çünkü düşünmek ve takdir etmek gerekir ki, Allah dilemiş olsaydı elbette bunları; yani ne size, ne de düşmanınız olan kendi kavimlerine karşı savaşmak istemeyenleri üzerinize saldırırdı da bunlar da öbürleri gibi sizinle muhakkak savaşırlardı. Madem ki böyle olmadı, bunun Allah tarafından size bir lutuf olduğunu anlamalı ve şükrünü yerine getirmelidir. Bundan dolayı bunlar, sizden çekinirler ve sizinle savaşmaya girişmezler ve sizinle barışarak size boyun eğerlerse artık bunlar aleyhinde Allah size hiç bir yol vermemiştir. Onları bir anlaşma yapmadı diye ne öldürmeye, ne esir etmeye, ne de herhangi bir saldırıya uğratmaya hak ve yetkiniz yoktur. Savaştan sakınmakla boyun eğmeyi (barışmayı) arzetmeleri, saldırıdan korunmalarına yeterli bir sebeptir. Nasıl ki, Müdlic oğulları, Hz. Peygambere bu şekilde savaşmaktan sakınarak gelmişlerdir.

91- Diğer birtakımlarını bulacaksınız hem sizden emin olmak, hem de kendi toplumlarından emin olmak isterler. Ya iki tarafca da hoş görünmek, göze girmek, el tutmak, zarar etmemek, sırasını bulunca külah kapmak için mümin ile mümin, kâfir ile kâfir olurlar veya yalnız zarar etmemek maksadıyla tarafsız olmak ve savaşan her iki tarafın kavgasından güven içinde kalmak, siyaset yapmak isterler. Rivayet edildiğine göre Esed ve Gatafan kabilelerinden birtakım insanlar Medine'ye gelirler, müslümanların güven ve itimadını celbetmek, bir savaşın meydana gelmesi durumunda canlarını, mallarını güven altına almak için müslüman görünürler, söz verirler, yurtlarına gidince de kâfir olurlardı. Deniliyor ki bu durum, Abdüddâr oğullarının bir geleneği haline gelmişti. Bir de Nuaym b. Mesud Eşcaî müslümanlarla müşrikler arasında güvenli bir durumda bulunur, Peygamber ile müşrikler arasında söz götürür getirirdi. Âyetin iniş sebebi bunlardan birisi olmuştur.

Böyleleri her fitneye itildikçe, küfür ve şirke veya savaş ve ihtilâle doğru davet veya sevk edildikçe ona tepe taklak atılır, fena halde dalarlardı. Her türlü edepsizliği yaparlardı. Şu halde bunlar hakkında ilk önce iyi bir siyaset takip etmek, onları küfür ve şirke doğru itmemek gerektir. Bundan dolayı bunlar sizden çekinirler, barış ve güven isterler ve ellerini çekip usulca otururlarsa yapılacak bir şey yoktur. "Bir selam ile selamlandığınız zaman siz de ondan daha güzeli ile selamlayın..." (Nisâ, 4/86). Fakat savaşta sizden çekinmezler ve size barış ve andlaşma teklif etmezler ve ellerini çekmezlerse bunları tutunuz ve yakaladığınız yerde öldürünüz ve işte bunlara saldırmak için size açık bir emir ve yetki verdik.

Bu âyetleri, Mümtehine sûresindeki: "Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve adil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah adaletli olanları sever. Allah, yalnız sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için onlara yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar." (Mümtehıne, 60/8-9) âyetleriyle ve "Berâe = Tevbe" sûresindeki bazı âyetlerle beraber gözönünde bulundurmak gerekir ki, uzun açıklaması ve teferruatlı hükümleri İmam Muhammed'in Siyer-i Kebir'indedir. Orada geniş bir şekilde açıklanmıştır.

Savaş esnasında olabilir ki bir adam diğer bir adamı görür, seçemez, savaş halindeki bir kâfir zanneder öldürür, sonra da bir mümin veya bir muahid (zimmi) olduğu ortaya çıkar, işte burada bu olayın hükmü genel bir şekilde açıklanmak ve ondan sonra savaşla ilgili diğer bazı hükümlere geçilmek üzere buyuruluyor ki:

92- Bir müminin, diğer bir mümini öldürmesi olacak şey değildir. İman buna engel olur. Ancak hata ile olursa; kasdetmede veya yapmada bir yanlışlıkla kaza ile meydana gelirse başka. Mesela bir düşmana veya bir ava atarken kaza olarak bir mümine rast gelirse bu eylem de bir hatadır. Yahut karşısındakinin yerine veya elbisesine bakıp bir düşman zanneder, ona ateş eder vurur. Bu da amaç ve niyete bir hatadır. Bunların da hiçbiri mübah değilse de hatadan tamamen sakınmak insanın gücü dahilinde olmadığından böyle bir hata, müminin de başına gelebilir. Nasıl ki, Ayyaş b. Rebiat'el-Mahzumî ki -o Ebu Cehl'in ana bir kardeşi idi- müslüman olmuş ve akrabasının kötülüğünden kaçarak peygamberimizin hicretinden önce, ilk mühacirler arasında Medine'ye hicret etmişti. Bunun üzerine annesi, o (oğlu) dönüp gelmedikçe yiyip içmemeye ve tavan altına (eve) girmemeye and içmiş, Ebu Cehil de yanına Haris b. Zeyd b. Ebi Üneyse'yi almış beraber gitmişler, onu Medine'de bir dam başında "Utum" denilen kale gibi sağlam bir odada bulmuşlar. Ebu Cehil aşağıdan bunu kandırmak için dereden tepeden dolanarak, "Muhammed seni akrabalarla ilişki sürmeye teşvik etmiyor mu? Bundan dolayı git annene iyilik et ve yine dininde kal." demiş, sonunda o da inmiş, onlarla beraber gitmiş, Medine'den çıktıkları zaman tutmuşlar, onu bağlamışlar ve dövmüşler, herbiri yüz değnekten iki yüz değnek vurmuşlar. O da Haris'e "Bu benim kardeşim, fakat sen kim oluyorsun, ey Haris! Eğer seni yalnız başına bulursam seni öldürmek Allah için boynuma borç olsun." demiş. Kısacası kolları bağlı olarak anasına gitmişler, bu defa da annesi önceki dinine dönmedikçe bağının çözülmemesine yemin etmiş, o da dili ile eski dinine dönmüş, sonra yine hicret etmiş. Ayyaş da o adama "Kuba"nın arka tarafında yalnız başına rastlamış ve müslüman olduğunu bilmeyerek vurmuş öldürmüş. Daha sonra müslüman olmaya geldiğini haber alınca yaptığına pişman olmuş. Hz. Peygamber'in huzuruna gelip "Onu öldürdüm, fakat müslüman olduğunu bilmiyordum." demiş. Bu âyet de bunun üzerine inmiştir, diye rivayet olunuyor.

Aynı şekilde "Uhud" savaşı günü de Huzeyfe b. el-Yeman'ın babası Yeman da İslâm askeri tarafından bilinmeyerek hata ile öldürülmüştü ki âyetin iniş sebebinin bu olduğu da rivayet edilir. Bundan dolayı bir müminin bir mümini doğrudan doğruya öldürmesi din ve iman açısından yapılamazsa da hata ile öldürmek müstesnadır. Bu olabilir. Ve özellikle savaş sırasında pek muhtemeldir. Ve her nerede olursa olsun hükmü de aşağıda gelen şekildedir:

Kim bir mümini hata ile öldürürse bir mümin köle veya cariye azad etmesi gerekir. Ve öldürülenin varislerine teslim edilecek bir diyet vermesi gerekir. (Bu diyetin ödeme şekli ve miktarı için fıkıh kitaplarına bakınız.) Ancak ölünün varisleri o diyeti affederler ve bağışlarlarsa o başka.

Köle azad etmek Allah'ın hakkı olarak bir keffaret, diyet de kul hakkı olarak bir zarar ödemesidir. Bir müminin öldürülmesinde bu şekilde biri Allah hakkı, biri de kul hakkı olmak üzere iki hak bulunur. Hayat, herşeyden önce Allah'ın hakkıdır, hürriyyet de bir çeşit hayattır. Bu da Allah'ın hakkıdır. Allah'ın kullarından bir müminin Allah'ın hakkı olan yaşamasının yok edilmesine karşılık, diğer bir mümin kula hürriyet bağışlayarak yeni bir hayat kazandırmak, hata ile öldüren müminin günahını örtmeye vesile olacak en güzel ve en uygun bir keffarettir ki, bunda bir yönden bir ceza, bir yönden de bir ibadet mânâsı vardır. Öldürme kasıtla olsaydı bu günah keffaret ile örtülemezdi. Fakat hata, az çok bir dikkatsizliği kapsamakla beraber büsbütün kendisinden sakınma imkanı olmadığından öldüren kimse bir taraftan terbiyeye, bir taraftan da teselli etmeye ve kendisine yardımda bulunmaya layıktır. Bunun için, keffareti affetmesi söz konusu olamaz. Sonra Allah'ın hakkı olan hayattan öldürülen kimsenin bir faydalanma hakkı vardı, hayat hakkına sahipti. Öldüren hata ile de olsa bu hayat hakkını ondan almış olduğundan ve hiçbir hak boşa gitmeyeceğinden buna karşı yalnız bir tazminat olmak üzere öldürülen kimsenin yerinde kalıp malından faydalanacak olan varislerine bir diyet verilmesi de bir kul hakkıdır. Ve hata ederek öldüren kimse de burada yardıma layıktır. Bunun için baba tarafından akrabası varsa diyete katılması gerekir. Varislerin bunu affetmeleri de bir yardımlaşmadır. Bundan dolayıdır ki, affedip temize çıkarma yerine "tasadduk" (sadaka verme) deyimi ile bu yardımlaşmaya teşvik edilmiştir. İşte İslâm ülkesinde bir mümini yanlışlıkla öldürmenin hükmü iki şeydir; keffaret ve diyet.

Ancak yanlışlıkla öldüren kimse müslüman değilse yalnız diyet gerekir. Kâfirlerin memleketine gelince; eğer hata ile öldürülen size düşman bir milletten, savaş durumu devam eden kâfirlere ait bir ülkenin halkından olur. Halbuki kendisi mümin ve böyle olduğu halde bir mümin tarafından orada yanlışlıkla öldürülmüşse öldürenin mümin bir köle azad etmesi gerekir. Burada diyetten bahsedilmemiştir. Demek ki, diyet gerekli değildir. Ve bununla birlikte bu husus ictihad konusudur. Bazı tefsirciler, bunun sebebi hakkında, "Çünkü öldürülen bu şahıs ile ailesi ve akrabası arasında miras yoktur." demişler ise de öldürülen kimsenin o küfür memleketinde kendisi gibi mümin bir varisinin bulunabilmesi de mümkün olduğu, sonra bu durumda İslâm ülkesinde öldürülüp, küfür ülkesinde müslüman olmayan akrabası bulunan bir müminin de diyetinin alınmaması ve kanının boşa gitmesi gerekeceğinden dolayı bu sebep tam değildir. Diyetin gerekli olmamasının esas sebebi şudur: Çünkü küfür ülkesi, korunma yurdu olmadığından bu mümin düşman bir toplumun arasından çıkmamış ve orada oturmayı seçmiş olmakla kendi kanını boş yere harcamıştır.

Ve eğer yanlışlıkla öldürülen kimse, sizinle aralarında devamlı veya geçici herhangi bir anlaşma bulunan bir kavimden ise; bu durumda o kavim müslüman olmayan bir toplum ise de öldürülenin müslüman veya kâfir olduğuna bakılmayarak mutlaka diyet de keffaret de gerekir. Anlaşmayı bozma kuruntusundan sakınmak için diyetin ödenmesinde acele davranılacağını hatırlatma bakımından burada diyet, (kan pahası) birinci bölümün aksine olarak öne alınarak anlatılmıştır. Şu halde İslâm ülkesi halkından bulunan, müslüman olmayan bir zimmî veya yabancı halklardan bulunan müslüman olmayan bir sığınmacı veya bir müslüman, İslâm ülkesinde bir mümin tarafından yanlışlıkla öldürülürse, aynı şekilde İslâm ülkesi ile özel anlaşması bulunup savaş durumunda olmayan yabancı bir devlet halkında bir müslüman ve belki müslüman olmayan İslâm ülkesi dışında mensub olduğu memlekette bir mümin tarafından yanlışlıkla öldürülürse, bunların hepsinde İslâm ülkesinde yanlışlıkla öldürülen herhangi bir müminde olduğu gibi; öldürene hem diyet, hem keffaret gerekecektir. Yani birinci bölümü kayıtsız olmakla beraber, karşılaştırma ipucu ile İslâm ülkesinde öldürülen herhangi bir mümin; ikinci düşman olup anlaşması olmayan bir devlet halkından küfür ülkesinde öldürülen bir mümin hakkında; üçüncü bölümü de İslâm ülkesinde zimmî ve sığınmacı ile anlaşma yapan bir yabancı ülke halkından bulunan ve orada öldürülen mümin hakkında demek olur. Çünkü bu müminin İslâm ülkesinde öldürülmesinin, birinci bölümün içine girdiğinde şüphe yoksa da İslâm ülkesi dışında öldürülmesinin oraya dahil olması, ikinci bölümden dolayı "Genel mânâ ifade eden kelime, tahsis edildikten sonra geri kalan kısımda zan ifade eder." kuralı gereğince şüpheli kalacağından burada bu şüpheyi ortadan kaldırmak için, zimmî ve sığınmacı ile beraber mânâsı altında bir daha tekrarlanmıştır.

Bu üç cümlede yanlışlıkla öldürülen şahsın mümin veya mümin olmayan kimse, İslâm ülkesinde veya bu ülke dışında olmasına göre bütün ihtimaller gösterilmiş ve fakat bütün bunlarda ancak mümin olup yanlışlıkla öldürenin vazifesi açıklanmıştır. Bununla beraber bundan müslüman olmayan ve fakat anlaşması bulunan, yanlışlıkla öldüren kimsenin vazifesinin de kan bedeli olacağı ve bunlara keffaret teklif olunmayacağı anlaşılmış olur. Çünkü keffarette ibadet mânâsı bulunduğundan mümin olmayan kimseler, imandan önce bununla yükümlü değildirler.

Demek ki yanlışlıkla öldüren bir mümine diyet ister gerekli olsun, ister gerekli olmasın mutlaka keffaret olmak üzere bir mümin köleyi azad etmesi farzdır. Bundan dolayı kim, yani yanlışlıkla katil olan herhangi bir mümin, azad edecek bir mümin köle bulamazsa; ne bir mümin köleye, ne de ona sahip olabilecek bir vasıtaya sahip bulunmuyorsa birbiri ardına aralıksız iki ay oruç tutması gerekir ki bu oruç, Allah tarafından tevbe için, tevbenin kabul edilmesi içindir. Diğer bir mânâsı, bu oruç tutma teklifi, esas ve azimet (takva ile amel etmek) olan köle azad etmeye güç yetmemeye karşı Allah tarafından verilen bir ruhsat ve kolaylığa dönüştür, ikinci derecede bir keffarettir. Buna göre ikisi de Allah tarafından istenir. Kullar tarafından istenemez. Kul hakkı olana diyet yerine de geçemez. Bir mümin veya anlaşmalının Allah'ın hakkı olan hayatının yok edilmesi yanlışlıkla olsa da yine bir günahtır. Demek oluyor ki, mümin bir köleyi azad etmek, yok edilen hayat yerine geçebilecek bir çeşit diriltme olduğu gibi, oruç da bir köle azad etme hükmündedir. Gerçekten köle azad etmek, diğer bir canı kölelik ve esirlik bağından kurtarmak olduğu gibi oruç da kendi nefsini şehvetlerin esirliğinden kurtarmak ve temizlemektir. Bundan dolayı yanlışlıkla öldüren mümin kimse, diğer bir mümin köleye hürriyet vermekten aciz kalınca hiç olmazsa arka arkaya iki ay oruç tutarak nefsini kuvvetli arzuların bağından azad etmeli ve kendine manevî bir hürriyet vererek nefsini günahtan kurtarmalıdır. Çünkü o da bir mümin köledir. Allah Teâlâ her şeyi çok iyi bilendir. O öldürenin durumunu da bilir; Hakimdir, kanun olarak koyduğu bütün bu hükümleri de hikmeti ile koymuştur. Orucun iki ay olmasının hikmetini de O bilir.

93-Yanlışlıkla öldürmenin hükümleri bunlardır, kasten öldürmeye gelince bunun dünya ile ilgili hükmü Bakara sûresinde, "Ey iman edenler! öldürülenler hakkında kısas, size farz kılındı." (Bakara, 2/178) âyetinde açıklanmıştı. Ahiretle ilgili hükmü de şudur: Mümin veya kâfir kim bir mümini kasten, bile bile, hayatına kasdederek öldürürse onun cezası cehennemdir. Orada pek uzun müddet ve belki sonsuza kadar cezalandırılır. Çünkü Allah ona gazab etmiş, onu lanetlemiş, merhamete layık görmeyip onun için büyük bir azab hazırlamıştır.

Bu âyetin indirilme sebebi Mıkyes b. Dababe adındaki bir mürted olmuştur. Şöyleki bu Mıkyes b. Dababe el-Kinanî ve kardeşi Hişam, müslüman olmuşlardı. Mıkyes, bir gün kardeşi Hişam'ı Neccar oğulları içinde öldürülmüş olarak buldu, gelip Resulullah'a bu durumu anlattı. Hz. Peygamber (s.a.v.) de onunla beraber Bedir savaşına katılan sahabeden Zübeyr b. İyaz Fihri'yi Neccar oğullarına gönderdi, katili biliyorlarsa kısas etmesi için Mıkyes'e teslim etmelerini ve eğer bilmiyorlarsa kan bedelini ödemelerini emrediyordu. "Allah'ın Resulünün emri başüstüne, katili bilmiyoruz, fakat diyeti veririz." dediler ve yüz deve getirdiler, onlar da aldılar, Medine'ye döndüler. Yolda gelirken Şeytan Mıkyes'e şöyle bir vesvese verdi: "Kardeşinin kan bedelini kabul edeceksin de kendine baş kakıncağı yapacaksın, öyle mi? Yanındakini öldür, cana can olsun, kan bedeli de sana kâr kalsın." dedi. Bunun üzerine Fihrî'nin bir gafletini gözetip bir kaya ile onun başını parçaladı, sonra develerin birine binip geriye kalanları sürerek ve kâfir olarak Mekke'ye döndü gitti, şöyle diyordu:

Âyet bu olay üzerine indi. Hz. Peygamberin Mekke fethi günü güvence verdiği şahıslardan ayırdığı bu idi. Bu mürted katil, O gün Kâbe'nin örtüsüne yapıştığı halde kendisine eman (güvence) verilmeyip öldürüldü.

İşte mümin öldürmek büyük bir cinayet ve yukarıda açıklandığı üzere anlaşmalı veya anlaşma yapılanlara katılan veya cemaatten ayrılıp bir yana çekilen ve mülteci ve andlaşma ve barış yanlısı kâfirlerin öldürülmesi de yasak ve haram ve hatta yanlışlıkla öldürme de bile hükmü mümin gibi olduğundan: