4-NİSA:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَأْكُلُواْ أَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ إِلاَّ أَن تَكُونَ تِجَارَةً عَن تَرَاضٍ مِّنكُمْ وَلاَ تَقْتُلُواْ أَنفُسَكُمْ إِنَّ اللّهَ كَانَ بِكُمْ رَحِيماً {29} وَمَن يَفْعَلْ ذَلِكَ عُدْوَاناً وَظُلْماً فَسَوْفَ نُصْلِيهِ نَاراً وَكَانَ ذَلِكَ عَلَى اللّهِ يَسِيراً {30} إِن تَجْتَنِبُواْ كَبَآئِرَ مَا تُنْهَوْنَ عَنْهُ نُكَفِّرْ عَنكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَنُدْخِلْكُم مُّدْخَلاً كَرِيماً {31} وَلاَ تَتَمَنَّوْاْ مَا فَضَّلَ اللّهُ بِهِ بَعْضَكُمْ عَلَى بَعْضٍ لِّلرِّجَالِ نَصِيبٌ مِّمَّا اكْتَسَبُواْ وَلِلنِّسَاء نَصِيبٌ مِّمَّا اكْتَسَبْنَ وَاسْأَلُواْ اللّهَ مِن فَضْلِهِ إِنَّ اللّهَ كَانَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيماً {32} وَلِكُلٍّ جَعَلْنَا مَوَالِيَ مِمَّا تَرَكَ الْوَالِدَانِ وَالأَقْرَبُونَ وَالَّذِينَ عَقَدَتْ أَيْمَانُكُمْ فَآتُوهُمْ نَصِيبَهُمْ إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيداً {33}

سورة النساء (4) ص 84

الرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَاء بِمَا فَضَّلَ اللّهُ بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ وَبِمَا أَنفَقُواْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِّلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللّهُ وَاللاَّتِي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّ فَإِنْ أَطَعْنَكُمْ فَلاَ تَبْغُواْ عَلَيْهِنَّ سَبِيلاً إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلِيّاً كَبِيراً {34} وَإِنْ خِفْتُمْ شِقَاقَ بَيْنِهِمَا فَابْعَثُواْ حَكَماً مِّنْ أَهْلِهِ وَحَكَماً مِّنْ أَهْلِهَا إِن يُرِيدَا إِصْلاَحاً يُوَفِّقِ اللّهُ بَيْنَهُمَا إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلِيماً خَبِيراً {35} وَاعْبُدُواْ اللّهَ وَلاَ تُشْرِكُواْ بِهِ شَيْئاً وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَاناً وَبِذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَالْجَارِ ذِي الْقُرْبَى وَالْجَارِ الْجُنُبِ وَالصَّاحِبِ بِالجَنبِ وَابْنِ السَّبِيلِ وَمَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ إِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ مَن كَانَ مُخْتَالاً فَخُوراً {36} الَّذِينَ يَبْخَلُونَ وَيَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبُخْلِ وَيَكْتُمُونَ مَا آتَاهُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ وَأَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ عَذَاباً مُّهِيناً {37}

سورة النساء (4) ص 85

وَالَّذِينَ يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُمْ رِئَـاء النَّاسِ وَلاَ يُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَلاَ بِالْيَوْمِ الآخِرِ وَمَن يَكُنِ الشَّيْطَانُ لَهُ قَرِيناً فَسَاء قِرِيناً {38} وَمَاذَا عَلَيْهِمْ لَوْ آمَنُواْ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَأَنفَقُواْ مِمَّا رَزَقَهُمُ اللّهُ وَكَانَ اللّهُ بِهِم عَلِيماً {39} إِنَّ اللّهَ لاَ يَظْلِمُ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ وَإِن تَكُ حَسَنَةً يُضَاعِفْهَا وَيُؤْتِ مِن لَّدُنْهُ أَجْراً عَظِيماً {40} فَكَيْفَ إِذَا جِئْنَا مِن كُلِّ أمَّةٍ بِشَهِيدٍ وَجِئْنَا بِكَ عَلَى هَـؤُلاء شَهِيداً {41} يَوْمَئِذٍ يَوَدُّ الَّذِينَ كَفَرُواْ وَعَصَوُاْ الرَّسُولَ لَوْ تُسَوَّى بِهِمُ الأَرْضُ وَلاَ يَكْتُمُونَ اللّهَ حَدِيثاً {42}

Meâl-i Şerifi

29- Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin. Ancak kendi rızanızla yaptığınız ticaretle yemeniz helaldir. Birbirinizin canına kıymayın. Şüphesiz Allah, size karşı çok merhametlidir.

30- Kim, zulüm ve tecavüz yolu ile bu yasakları işlerse, yakında onu cehennem ateşine atacağız. Onu ateşe atmak da Allah'a pek kolaydır.

31- Eğer siz, yasaklandığınız büyük günahlardan sakınırsanız, diğer kusurlarınızı örter, sizi güzel bir makama koyarız.

32- Bir de Allah'ın bazınıza, diğerinden fazla verdiği şeyleri temenni etmeyin. Erkeklere hak ettiklerinden bir pay vardır. Kadınlara da kendi kazandıklarından bir pay vardır. İsteklerinizi Allah'ın fazlından ve kereminden isteyin. Gerçekten Allah her şeyi hakkıyla bilendir.

33- Anne, baba ve akrabaların bıraktıkları her şey için bir mirasçı tayin ettik. Yemin akdiyle mirasçı kıldıklarınızın paylarını da verin. Şüphesiz Allah, her şeye şahittir.

34- Erkekler, kadın üzerine idareci ve hakimdirler. Çünkü Allah birini (cihad, imamet, miras gibi işlerde) diğerinden üstün yaratmıştır. Bir de erkekler mallarından (aile fertlerine) harcamaktadırlar. İyi kadınlar, itaatkar olanlar ve Allah'ın korunmasını emrettiği şeyleri kocalarının bulunmadığı zamanlarda da koruyanlardır. Fenalık ve geçimsizliklerinden korktuğunuz kadınlara gelince: Önce kendilerine öğüt verin, yataklarından ayrılın. Bunlar da fayda vermezse dövün. Eğer size itaat ederlerse kendilerini incitmeye başka bir bahane aramayın. Çünkü Allah çok yücedir, çok büyüktür.

35- Eğer karı-koca arasının açılmasından endişeye düşerseniz bir hakem erkeğin tarafından, bir hakem de kadının ailesinden kendilerine gönderin. Bu arabulucu hakemler gerçekten barıştırmak isterlerse, Allah karı-koca arasındaki dargınlık yerine geçim verir. Şüphesiz ki Allah hakkıyla bilendir, her şeyin aslından haberdardır.

36- Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Sonra anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, akraba olan komşulara, yakın komşulara, yanında bulunan arkadaşa, yolda kalanlara, sahip olduğunuz kölelere iyilik edin. Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen kimseyi sevmez.

37- Onlar ki hem kıskanır, cimrilik ederler, hem de herkese cimrilik tavsiye ederler ve Allah'ın kendilerine lütfundan verdiği nimeti gizlerler. Biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırladık.

38- Bunlar, Allah'a ve ahiret gününe iman etmedikleri halde mallarını, insanlara gösteriş yapmak için harcarlar. Şeytan kimin arkadaşı olursa, o ne kötü arkadaştır!

39- Bunlar, Allah'a ve ahiret gününe iman etselerdi ve Allah'ın verdiği rızıktan gösterişsiz harcasalardı kendilerine ne zarar gelirdi? Allah onların söz ve işlerini çok iyi bilendir.

40- Şüphesiz ki Allah, hiç kimseye zerre kadar zulüm etmez. Eğer yapılan iyilik zerre kadar da olsa, onun sevabını kat kat artırır. Ve kendi katından büyük bir mükafat verir.

41- Her ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onların üzerine bir şahit yaptığımız zaman bakalım kâfirlerin hali ne olacak!..

42- Allah'ı, inkar edip peygambere isyan edenler, o kıyamet günü yerle bir olmayı isterler. Allah'tan hiçbir sözü gizleyemezler.

29- Mallarınızı kendi aranızda -yani ister genel olarak ve ister karı-koca ve akraba arasında haksız, meşru olmayan bir şekilde boşu boşuna yemeyiniz. Ayrıca birbirinizin malını haklı ve meşru bir sebep olmaksızın almayınız. Hem de o malları boş yere harcamayınız. Bakara sûresindeki "Birbirinizin mallarını haksız yere yemeyin. İnsanların bir kısım mallarını bile bile günaha girerek yemek için onları hakimlere aktarmayın." (Bakara, 2/188) âyetine bakınız.

Batıl : Hırsızlık, hainlik, gasbetmek, kumar, faiz, geçersiz (haksız) değiştirmeler ve sefihlik, israf ve bütün meşru olmayan sebepler ve maksatların hepsini, yani hem kazanma sebebini ve hem harcama şeklini kapsar.

Ancak o malların aranızdaki karşılıklı rızadan elde edilen bir ticaret olması müstesna. Yahut Asım, Hamza, Kisâi, Halef-i Âşir kırâetlerinden başka kırâetlerde ötreli okunduğuna göre, ancak aranızda karşılıklı rızadan meydana gelen bir ticaretin bulunması başka, bundan ve bunu yemekten nehyedilmiş değilsiniz. Bu istisnanın kendinden önceki hükümsüz muamelelere mânâ açısından dahil olmadığından dolayı istisna-i munkati (önceki cümle ile ilişisi olmayan istisna) olduğu ve bundan dolayı sınırlama mânâsına gelmediği ve şu ticaretten başka, bağış, sadaka, temlik (birine mülk kazandırma), mübah kılma ve miras gibi diğer meşru sebeplerin varlığına engel olmayacağı açıklanıyor. Ticaretin özellikle zikredilmesine gelince: Bunun hikmeti olarak deniliyor ki: Bununla ticaretin mülkiyet sebepleri içinde en önemli ve en fazla vuku bulan bir esas ve şeref sahipleri için en uygun bir kazanç yolu olduğu anlaşılmıştır. Biz buna şunu da ilave edeceğiz:

Birincisi, bunlar yalnız hukuki açıdan anlaşılan hususlardır. Halbuki âyetin gelişi, evlenme ve harcama için mali hazırlıklarla da ilgili olduğundan daha fazla iktisadi yönü de vardır. Yani malların elde edilmesi, meşru vasıtalarla olsa dahi harcamalarında iktisatlı davranmak ve hazır mal yemek sevdasında bulunulmayıp eldeki malların çoğaltılması ve zaruri bir sebep olmadıkça sermayeye dokunmayıp gelirinden ve kârından yenilmesi, ve bu arada özellikle ticarete özen gösterme, ticaret esnasında da karşılıklı rıza esasına iyi riâyet etmek ve bu durumda başkalarının malları şöyle dursun, kendi mallarının bile boşu boşuna yenip yedirilmemesinin gerekli olduğu hatırlatılmıştır.

İkinci olarak, istisna-i münkati bu kuruntunun ortadan kaldırılması için önceki cümlenin hükmünden ayırmak yerinde bulunacağından burada hukuki ve şer'î açıdan önemli bir problemin halledilmesi de vardır. Çünkü yalnız akıl yoluyla yapılan mukayese ile düşünüldüğü zaman, ticaret kazanç maksadıyla mal değişimi demek olduğuna, mal değişiminin mânâsı ise tam bir eşitlik mânâsını kapsadığına göre, herhangi bir mal değişiminde bir tarafın bir kâr elde etmesi, bu mal değişimi ve eşitlik esasına aykırıdır. Bundan dolayı faiz gibi bir haksız ve haram kazanca benzemesi ihtimali celî kıyas (açık kıyas) ile devamlı söz konusu olur. Hatta mali muamelelerde mal değişimi (trampa) ve mübadele pek önemli bir esas olmakla beraber bu muamele bizzat açıkça uygun bile değildir.

Çünkü akla göre, bir malın diğer bir malın karşılığı olması akla uygun ise mal değişimi anlamsız, değil ise bir yalan demek olur. Zorunlu olan bazı ihtiyaçlardan dolayı "Allah alışverişi helal kıldı." (Bakara, 2/275) diye karşılıklı mal değişimi esasına müsade buyurulmuş ise de bunun zaruretten ileri gelen bir müsade olmasından dolayı, buna ticaret kasdı eklendiği takdirde bu ticaretin bir çeşit haksızlığı kapsamış olması ve bundan dolayı takva duygusu ile hareket edecek olanların bunda bir haram şüphesi kuruntusuna düşebilmelerinin ihtimali gerçekten vardır. Yalnız ihtimalle kalmaz aksine bir gerçektir. İşte bu kuruntuyu ortadan kaldırmak için kıyasa aykırı görünen ticaretin, " Allah sizin sırtınızdaki (ağır yükleri) hafifletmek istiyor; çünkü insan, zayıf ve güçsüz yaratılmıştır" âyetinin mânâsı gereğince insanların ihtiyaçlarından dolayı meşru kılınmış olduğu ve aslında karşılıklı mal değişimi mahiyetindeki adalet ve eşitlik konusunda alış-veriş akdini yapan iki tarafın karşılıklı olana ihtiyaçlarına ve onu değerlendirecek olan hoşnutluklarına göre düşünmenin lazım geldiği ve karşılıklı rıza olmayınca yalnız ticaretin değil, genel olarak mal değişmelerinden ve muamelelerinden hiçbirinin yapılamayacağını ve bu durumda karşılıklı rızayı bozan ticaretlerin de meşru olmayacağını anlatmak için buyurulmuş ve bu şekilde takva sahiplerinin ticaretten kaçınmaları şöyle dursun, aksine boşu boşuna mal yememek için ticaret ile meşgul olmalarının, en uygun bir iktisat yolu olduğu anlatılmış ve ondan sonra buyurulmuştur ki ve kendi nefislerinizi veya kendinizden sayılan nefislerinizi hiç bir şekilde öldürmeyiniz. Nefsi telef etmeye sebep olmayınız. Olumsuz edattan sonraki öldürme (yani öldürmemek), kasıtlı veya hata ederek, bizzat kendisinin veya sebep olacağı öldürmeyi kapsadığı gibi, kelimesi de kişisel nefsi ve milli nefsi kapsadığından dolayı bu yasak birçok mânâlara gelir:

1- İlk önce, doğrudan doğruya insanın kendini öldürmesini yani kasıtlı olarak intihar etmesini yasaklamıştır ki, bu mânâ açıkça anlaşılmakla beraber âyetin gelişine uygun değildir. İkincisi, insanın kendini öldürmesine sebep olmasını yasaklamaktır ki, bu husus başlıca üç yönden açıklanmıştır:

Birincisi, bazı cahillerin yaptığı gibi zühd ve ibadet adı altında devamlı sıkıntıya düşüp kendi nefsini son derece sıkıştırmakla ezmektir ki, Kâdı Beydâvî buna, "Hind cahillerinin yaptıkları gibi" diye misal vermiştir . Karşılıklı rıza ile yapılan ticareti, hileli bozuk muameleler gibi zühd ve takvaya muhalif sayarak bu yolda mal kazanmaktan sakınıp, kendi nefsini yok etmeye sebep olacak şekilde fakirlik ve zuraretle karşı karşıya bırakmak da bu türden olacağı için bu mânâ özellikle istisnanın gelişine uygundur. İkincisi, öldürmeye sebep olan cinâyetler işleyerek kendini öldürmeye sebep olmaktır ki, şunun bunun malına haksız yere musallat olmak da bu örneklerden biridir. Üçüncüsü, iyilik adına olsa dahi herhangi bir şekilde kendini boşuna tehlikeye atmaktır ki, ticaret yapacağım diye kendisini tehlikelere atmak da bu cinstendir. Rivâyet edildiğine göre, Amr b. Âs bu âyetten delil getirerek soğuktan sakınmak için soğuk su ile yıkanmaktan çekinip teyemmüm etmiş, Hz. Peygamber (s.a.v.) de bunu tenkid etmemiştir.

2- Kendi nefislerinizi, diğer bir ifade ile birbirinizi hiçbir şekilde öldürmeyiniz demek olur. Bunun da âyetin gelişine uygun olan yönü, haksız ve boş bir şekilde birbirinizin malını yemenin; aynı şekilde ticaret konusunda iyi şekilde karşılıklı rıza gözetilmeyip herkesi sıkıntıya sevketmek için karaborsacılık yollarına sapmanın, insanları öldürmeye ve yok etmeye sebep olmasıdır. Kısacası mallarınızı aranızda haksız ve boşu boşuna yemeyin, karşılıklı rıza ile ticaret yapın, böyle yapmazsanız yok olur ve birbirinizi yok edersiniz. Bundan dolayı hiçbir şekilde insanı öldürmeye ve insanları yoketmeye sebep olmayınız. Şüphe yok ki, Allah size karşı çok merhametlidir. Bunun için haramı yemeye ve canı yok etmeye müsaade etmez, karşılıklı rıza ile ticaret yapmaya müsaade eder. Ve birbirinizden karşılıklı razı olarak güzelce yaşamanızı ister.

30-Bunun için kim insanı öldürmeyi veya haram yemeyi veya surenin başından beri yasaklanan günahları işleyip haddini aşar, başkalarına zulmedip veya nefsine zulm ederek bunları kasıtlı olarak yaparsa biz onu ilerde muhakkak bir ateşe sokacağız. Gerçi bu nasıl olur diye bunu imkansız görenler bulunabilir. Fakat bunu yapmak da Allah'a göre çok kolaydır. "Haksızlık ve zulüm ederek" kayıtları gösteriyor ki, cehennem ateşini hak etmede en fazla göz önünde bulundurulacak yönler bunlardır.

31-Bununla beraber Allah'ın rahmetinin tecellilerine bakınız ki eğer size yasaklanan günahlardan, büyük günah denilen günahlardan sakınır, kasıtlı olarak haksızlık ve zulüm ile günah yapmaktan sakınırsanız küçük günahlar denilen diğer kusurlarınızı, tarafınızdan örteriz, bağışlarız. Ve sizi, saygı gösterilen yer olan hoş bir yere koyarız, Yahut -Nâfi' ve Ebu Cafer kırâetlerinde mimin üstün harekesi ile okunduğuna göre"sizi ikramla ağırlanacağınız hoş bir yere koyacağız." Evlerinizin kapılarından ikram edilmiş olarak girer, mezarlarınıza ikram edilmiş olarak gider ve en son cennette ağırlanmış olarak kalırsınız, Fakat bu noktada ahlâkla ilgili pek önemli bir konu vardır ki, o da genel bir şekilde ve özellikle erkeklerle kadınlar arasında birbirinizin makamına göz dikerek hased ve kin taşımamak, yarışma ve rekabet davalarına girişmemektir. Çünkü haset ve kin, bir çok büyük günahlara sevk eden huylardır.

32- Bunun için Allah'ın bazınıza diğer bazınızdan fazla olarak bağışladığı şeyleri temenni etmeye de kalkışmayınız, birbirinizin malına, makamına ve sahip olduğu Allah tarafından verilmiş veya çalışmakla elde edilen nimetlerine göz dikmeyiniz. Çünkü bu gibi temenniler, ilkönce hased, kin ve düşmanlık uyandırır. İkinci olarak Allah'ın takdir ve taksimine razı olmamayı bildirir. Üçüncü olarak, kendi hakkında takdir edilmeyen bir şeyi temenni etmek, kaderdeki hikmete karşı gelmek ve boş bir ızdıraptır. Başkasının hakkında çalışmakta takdir edileni, kuru kuru temenni etmek bir işsizlik ve avarelik ve zamanı boşa harcamaktır. Çalışmadan takdir edileni, temenni etmek de gerçekleşmesi imkansız olan boş bir temennidir. Erkekler için kendi kazandıkları şeylerden bir payları kadınlar için de kazandıkları şeylerden bir payları vardır. Hiç birinin çalışması ve kazancı boşa gitmez, mutlaka kendisine bir pay verilir. Fakat yaratılıştan birinin kabiliyeti, kazancı fazla, diğerinin eksik olması, aynı şekilde birine kazancına uygun olarak verildiği halde, diğer birine kazancından fazla verilmesi gibi yalnız Allah'ın vergisi olan özellikler, başlıbaşına Allah'ın iradesinin eseri olan bir ihsandır ki, bunda kimsenin etkisi ve müdahele hakkı yoktur. Bunun için gerek erkek ve gerek dişiye yakışan başkalarının payını temenni etmek değil, Allah'ın kendisine bağışladığı kabiliyet ve yeteneğe uygun olarak çalışmak ve Allah'tan istemektir. Bundan dolayı çalışınız, ve Allah'tan, Allah'ın lutuf ve ihsanından isteyiniz de herkesin elindeki şeyleri temenni etmeyiniz. Allah her şeyi bilendir, herkesin hak ettiğini bilir ve üstün kılmayı bilerek yapar. Demek ki yasağın esas hedefi hasedden, işsizlikten, Allah'ın hükümlerine ve takdir ettiği şeylere itiraz etmekten menedip, üstünlük ve ihsanın ve girilecek kıymetli yerin hased ve temenni ile değil, çalışma ile istenmesinin lazım geldiğini hatırlatmaktır.

Bu âyetin inmesi, miras âyetlerinden dolayı kadınlar tarafından ortaya konan bazı temenniler ile ilgilidir. Bu cümleden olarak Hz. Peygamberin hanımlarından Hz. Ümmü Seleme'nin, "Ey Allah'ın elçisi! Erkekler, din uğruna savaşıyorlar, biz savaşmıyoruz ve bizim mirastan hakkımız erkeğin yarısı oluyor. Ne olurdu biz de erkek olsaydık." diye bir temennide bulunduğu ve bunun üzerine bu âyetin indirildiği rivâyet edilmiştir. Bunun için yukarıda "Erkeğe, iki kadının payı kadar miras verilir." (Nisa, 4/11) kuralının hikmetlerine bağlı olmak üzere; yaratılıştan var olan, hukuki ve iktisadi açılardan zikredilmiş olan açıklamaların kaynaklarını burada ve bundan sonraki bir iki âyette bir ahlâki kuralı telkin etmek ve erkek, kadın çekememezliğinin düzeltilmesi ve ortadan kaldırılması ve aile hayatının takviye ve düzenlenmesi mahiyetinde tamamen göstermiş bulunuyoruz ki; üstün kılmak ve fazilet ve keremde yarışma, yaratılıştan var olan kabiliyetlere; kazanma ve kazanma payı, çalışma ve iktisatla ilgili değerlere; aşağıda gelecek olan harcama eşitliğine işaret etmiştir.

33-Şimdi mirasın kazanma ile ilgili olmayıp yalnız Allah'ın lutuf ve ihsanı olduğunu ve bundan da gerek erkek ve gerek dişi her birine kazanma gibi derecelerine göre bir pay verilmiş bulunduğunu anlatmak için, miras hükümlerini bazı ilavelerle özetleyerek buyuruluyor ki: Erkeklere ve kadınlara kazançlarına göre birer pay verildikten başka bir de erkek ve dişiden her biri için anne baba ve akrabaların ve yeminlerinizle akit yapıp veyahut kırâetine göre yeminlerinizle karşılıklı anlaşma akdi yaptığınız kimselerin, yani nikah akdi ile koca veya karının veya koruma akdi ile kölenin efendisinin terekelerinden miras alır mirasçılar yaptık, herkesi yalnız kendi kazancıyla bırakmayıp mirası da hak yaptık ve bunu yalnız erkeklere veya kadınlara ait kılmayıp ikisine de verdik. Bir de yalnız anne, baba veya çocukların terekesinden değil, genel olarak bütün akrabaların terekelerinden derecelerine göre genelleştirdik. Akrabalıkla da kalmayıp akitlerle de miras verdik ki bütün bunlar yalnız Allah'ın lutuf ve ihsanıdır. Çünkü Allah vermezse kimsenin mirasa konması mümkün değildir. Bundan dolayı birbirinizin paylarına göz dikmeyiniz de bütün o mirasçılara paylarını veriniz. Ve aranızda mallarınızı bu şekilde de haksız olarak yemeyiniz. "Çünkü Allah, her şeye şahittir."

34-Erkeklerin mirasta hak ettikleri paylarının fazla olmasının hikmeti erkekler ve özellikle tam erkek olan erkekler, kadınlar üzerinde hakimdirler, onların üstlerinde dururlar, işlerine bakarlar, dikkatle gözetir, muhafaza ederler; kahyaları, müdürleri, koruyucuları, amirleridirler. Küçükler de buna adaydırlar.

KAVVAM; "kâim"in mübalağası olup den alınmıştır. Bir kadının işine bakan ve korunmasına önem veren ve işlerini idare edene "Kayyimü'l-mer'eti" ve daha kuvvetli olarak "Kavvâmü'l-mer'eti" denilir. Bu deyim, erkeğin kadına hakimiyyetini ve fakat rastgele değil "Milletin efendisi, onlara hizmet edendir." mânâsı üzere hizmetçilikle karışık bir hakimiyetini ifade eder. Bundan dolayı bir taraftan erkeğin üstünlüğünü anlatırken diğer taraftan da kadının değer ve üstünlüğünü bildirir. Ve bu ayırım içinde eşitlik iddiasını kaldırarak karşılıklı olarak farklı bir eşitlik metoduyla öyle bir birlik sağlar ki, bu durum sultan ile ümmet arasındaki karşılıklı haklara benzeyecek ve bu şekilde aile terbiyesi, toplum terbiyesi ve siyasi terbiyenin bir başlangıcı olacaktır. Bunun için Kadı Beydâvî un tefsirinde der ki, "Valiler, halkı idare ettikleri gibi onlar da kadınları öyle idare ederler." Şimdi bu esas da biri Allah tarafından verilen, diğeri çalışmakla kazanılan iki sebebe bağlanarak buyuruluyor ki: Çünkü erkekler ve kadınların bir kısmını diğerine yaratılış açısından üstün kılmıştır. zamirinin delalet ettiği mânâ ile bundan erkeklerin kadınlara üstünlüğü ve tercihleri anlaşılmakla beraber âyetin öyle güzel bir açıklaması vardır ki, bu üstünlük ve değeri, "Allah o erkekleri kadınlara üstün kılmıştır." diye mutlak surette erkeklere tahsis etmemiş, kapalı olarak bazısının diğer bazısına üstünlüğünü ifade etmiştir. Bu ise, erkeğin kadında bulunmayan, yaratılıştan var olan bir takım üstünlüklere sahip olduğu gibi, aynı zamanda kadının da erkekte bulunmayan yaratılıştan var olan bazı üstün vasıflara sahip olduğunu ve bundan dolayı her ikisinin birbirine değişik yönlerden muhtaç olduklarını ve bu şekilde erkekle kadının yaratılıştan farklı ve karşılıklı olarak birbirlerinden üstünlükleri olduğu gibi, her erkeğin ve aynı şekilde her kadının da seviyelerinin bir olmadığını ve bundan dolayı her erkeğin, her kadın ile tek olarak mukayese edilemeyeceğini ve bununla birlikte bütün bunlar toptan karşılaştırılınca kadınların erkeklere ihtiyacının, erkeklerin kadınlara ihtiyacından daha fazla olduğunu ifade eder. Ve açıklandığı üzere esas üstünlük ölçüsü olan kazanma ve mal edinme açısından erkek, faaliyet gösterme yeteneğine sahip; kadın ise itaat duygusu ve kabiliyet yönünden ince ruhlu ve çekici bir yaratılışa sahip olup bunun için erkeklerin kuvveti ile korunmaya ve muhafaza edilmeye daha fazla muhtaçtır. Ve bundan dolayı sonuç olarak genel bir şekilde üstünlük ve faziletin erkek tarafında bulunduğunu, amirlik ve idarecilik yetkisinin, hakkıyla erkek olan erkeklere verilmesi ve kadınların onlara itaat etmesi, hem bir hak ve hem de kadınların menfaatlerinin gereği olduğunu pek beliğ özlü bir ifade ile anlatır. Ve işte erkeklerin peygamberlik, imamet (imamlık, devlet başkanlığı, valilik, şeair-i İslâm, yani İslâm'ın önemli prensiplerini gerçekleştirmek), kısas cezalarında şahitlik etmek, cihadın kendilerine vacib olması, cumanın vacib olması, ezan, hutbe, itikaf, asabelik (mirasın tamamını alan kimse), hata ile ve kasame öldürmelerinde kan bedelini yüklenmesi, ricat boşanmasında bağımsız hareket etmesi gibi bir takım özellikler, haklar ve vazifeler ile üstün olmaları da bu örneklerden bazılarıdır. "kadınlar üzerine hakimler." olarak ailede başkanlık hakkına sahip olmalarının bir sebebi, bu yaratılıştan olan üstünlük; biri de erkeklerin mallarından bir kısmını mehir ve nafakaya harcamaları meselesidir.

Çalışılarak elde edilen bu sebeb de öncekine bağlıdır. Ve kadınların mirastan paylarının yarım olması özellikle bu sebeple ilgilidir. Ve bunda kadınların faydası, mirasta erkeklere eşit olmalarından çok fazladır. Şu halde hanımının hakkını vermeyen, kadının malına göz diken ve aile için harcama vazifesini yapmayan ve ailesinin ırz ve namusunu korumayan erkekler erkeklerden sayılmazlar. Şüphesiz ki, bu vazifelerini yapan erkeklerin de kadınlar üzerinde hakimiyyet sahibi olmaları ve onlardan itaat ve bağlılık beklemeleri meşru bir haklarıdır. Bundan dolayı saliha olan kadınlar da Allah'a itaat ederler. Kocalarının huzurunda hazır olarak bekleyip haklarına riâyet ederler. Kocalarının gıyabında can, mal, namus, itibar (onur) ve aile sırları gibi korunması lazım gelen hususları Allah'ın korumasına dayanarak korurlar. Çünkü Allah bunun korunmasını emretmiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'den rivâyet edilmiştir ki: "Kadınların hayırlısı o kadındır ki, baktığın zaman seni sevindirir, emredersen itaat eder, gıyabında bulunduğun zaman da seni malında ve nefsinde korur." buyurmuş ve bu âyeti okumuştur. Bu âyetin de yukarda açıklanan Hz. Ümmü Seleme'nin sözü üzerine indirildiği söylenmiş ise de bunun asıl iniş sebebi şu şekilde rivayet olunur: "Ensar'ın ileri gelenlerinden Sâd b. Rebia'ya karşı hanımı Habibe binti Zeyd b. Züheyr ve bir rivâyete göre Habibe binti Muhammed b. Seleme isyan etmiş, o da bir tokat vurmuş, bunun üzerine babası kızını almış, Hz. Peygambere gidip şikayet etmiş. Hz. Peygamber de "Mutlaka ondan kısasını (öcünü) alırız." buyurmuştu. Bunun üzerine bu âyet indirildi. Peygamber (s.a.v.) de: "Biz bir şeyi yapmak istedik, Allah'da diğer bir şeyi irade etti ve şüphe yok ki, iyilik Allah'ın irade ettiği şeydedir." dedi. Bu sebeple salih kadınları açıkladıktan sonra kocalarına karşı gelen kadınlar hakkında buyuruluyor ki: Ey hakim olan ve hanımlarının haklarını veren kocalar! Kafa tutup, itaatsizlik etmelerinden korktuğunuz, korkacak bir belirti hissettiğiniz karılara gelince:

NÜŞÛZ: Aslında lugatte yükseklik ve tümseklik mânâsından alınarak kadının kocasına kafa tutup baş kaldıracak bir durum almasıdır ki, sözde kendisini yüksek sayıp itaatını ortadan kaldırmış olur. Bunu açıklamak için büyük müfessirlerden şu açıklamalar yapılmıştır: Kadının nüşûzu kocasına isyan etmesi (İbnü Abbas), koku sürünmemesi, kocasını birleşmekten men etmesi, önceleri kocasına yaptığı muameleyi değiştirmesi (Ata), kocasından hoşlanmaması (Ebu Mensur), kocasının şer'î mesken olarak belirlediği konutta beraber oturmaktan kaçınıp onun istemediği bir yerde oturmasıdır (denilir) ki, bu mânâlar az çok birbirlerine yakındırlar.

Böyle bir durum karşısında önce bunlara vaaz ve nasihat ediniz. İkinci olarak onların yataklarından ayrılın. Üçüncü olarak onları hafifçe ve kusur bırakmayacak bir şekilde biraz dövünüz.

Bunun üzerine size itaat ederlerse artık onlara saldırmak için aleyhlerine başka bir yol aramayınız, ve meydana gelmiş kusurlarını olmamış gibi sayınız. "Çünkü günahtan tevbe eden günahı olmayan gibidir." Mutlaka şunu kesinlikle bilmeliyiz ki Allah Teâlâ pek yüksek ve pek büyüktür. Bundan dolayı Allah'tan korkunuz da kadınlara karşı size vermiş olduğu kuvveti kötüye kullanmayınız. Allah'ın size karşı gücü, sizin kadınlara karşı gücünüzden çok fazladır. Ve sizin Allah'a karşı günahlarınız, kadınların size karşı işledikleri suçlarından daha çok ve daha küstahçasına olduğu halde, Allah sizin tevbelerinizi kabul ve günahlarınızı affederken size itaat eden hanımlarınızın meydana gelen kusurlarını nasıl affetmezsiniz ve nasıl olur da onlara saldırmak için bahane arar durursunuz? Diğer bir mânâsı şöyledir: Allah zulümden ve haksızlıktan yüce bir ululuk sahibidir. Bundan dolayı onun şanının yüceliği ve ululuğu karşısında zulümden, haksızlıktan, sadakatsizlikten, terbiyesizlikten vazifelerinizi kötüye kullanmaktan son derece sakınmalısınız.

35- Kadın itaat etmezse ne olacak? O zaman iş yargılamaya (duruşmaya) düşer. Bundan dolayı ey müslümanlar topluluğu ve özellikle ey hakimler! Koca ile karı arasında bir geçimsizlikten endişe ederseniz. Şayet bunlar arasında bir geçimsizliğin meydana gelmesinden korkar, yani evlilik devam ettiği halde aralarının açıldığını anlarsanız biri kocanın akrabasından, biri de karının akrabasından olmak üzere iki hakem gönderiniz. Çünkü akrabaları onların iç yüzlerini daha iyi bilirler ve faydalarını daha fazla arzu ederler. Bununla beraber akrabalardan olmaları müstahabdır. Yoksa yabancılardan da hakem tayin etmenin caiz olabileceği açıklanmıştır. Hakemi seçme hakkı, ilk önce koca ve karıya aittir. Ve bunun her iki taraftan akrabalarının istişaresiyle yapılmasının müstahab olacağı da ve kayıtlarının işaretlerinden anlaşılıyor. O halde akrabaları bulunmadığı veya yabancılardan olmaları kendilerince uygun bulunduğu takdirde şüphesiz caiz olması gerekir.

Bu hakemlerin yetki dereceleri ne olacaktır? Barıştırma veya birbirinden ayırmanın her ikisini de yapabilirler mi? Bu konuda müctehidler ihtilafa düşmüşlerdir. Bir kısmı eşleri birbirinden ayırabilirler ve bu durumda bir talak-ı bain ile kadın boşanmış olur demişler ki, bu görüş Hz. Ali'den rivâyet edilmiştir. Bir kısmı da bunlara eşleri barıştırmak emredilmiştir, onları birbirinden ayıramazlar demiştir. Bu da Hasan'dan rivâyet edilmiştir. Ve bu İmam-ı Âzam'ın görüşüdür. Gerçi eşleri birbirinden ayırma yetkisi açıkça ifade edildiği, koca da bunu kabul edip ve onlara bıraktığı takdirde bu konuda ihtilaf yoktur. Ancak koca, ayırma yetkisini vermediği takdirde mahkeme kendiliğinden zorla iki hakemi mutlak yetki ile seçebilir mi seçemez mi? Sözün kısası iki hakem karı-kocanın vekilleri yerinde midir? Yoksa mahkemenin hükmetmeye izin verdiği vekilleri makamında mıdırlar? Ve mahkemenin bizzat eşleri ayırma yetkisi var mıdır, yok mudur? İşte ihtilaf bu hususlardadır. Şüphe yok ki, âyetin gelişi, eşleri barıştırma üzerindedir. Onları birbirinden ayırmaktan bahsetmek uygun görülmeyip bu konuda açıklama yapılmamıştır. Ve bunun için bir içtihad konusu olmuştur.

Bu iki hakem gerçekten iyi niyetle arabuluculuk kasdederler, aralarını düzeltmek isterlerse Allah iki tarafın arasını bulur ve onları barıştırır. Koca ve karının kalblerine sevgi ve dostluk hislerini kor. Bunu nasıl yapar? Muhakkak Allah her şeyi hakkıyla bilendir, her şeyden haberdardır. Nasıl yapacağını bilir ve şüphe yok ki, alîm (çok bilen) ve habir (herşeyden haberdar olan) Allah'ın burada eşleri birbirinden ayırma yönünden bahsetmemesi de gâyet anlamlıdır. Demek ki Allah'ın rızası geçimsizlikte değil, arabuluculuktadır. Esas istenen iyi geçinmedir. Görülüyor ki bu hükümler, kadınların itaatsizliği üzerinde yürümüştür. Acaba erkekler tarafından itaatsizlik olmaz mı? Kadın ne olursa olsun itaat etmeye mecbur mudur, gibi bir soru akla gelebilir. Evet erkekler tarafından da itaatsizlik olabilir.

İleri de "Bir kadın eğer kocasının geçimsizliğinden yahut kendisinden yüz çevirmesinden korkarsa, karı kocanın aralarında anlaşarak sulh yapmalarında bir sakınca yoktur." (Nisâ, 4/128) âyetinde bununla ilgili hükümler gelecek, ayrılmak konusu da orada zikredilecektir. Fakat burada söz konusu olan, erkeklerin hakimiyeti ve onun gereğince bütün vazifelerinin yapılması ve bundan dolayı erkek tarafından hiçbir kusur ve suç bulunmadığı varsayımı üzerine olduğundan, bu şartlar altında erkeğin geçimsizliğini düşünmek aslında geçmediği gibi, açıklama gayesi de aile hayatının yalnız düzelme ve terbiyesine bağlı bulunduğundan dolayı, burada kadınların itaatsizliğinden dolaylı olarak bahsedilmiş ve erkeklerin geçimsizliği konusu daha sonra başlıbaşına açıklanması için sonraya bırakılmıştır. Böylece aile hayatının iyiliği temin edildikten sonra, aile terbiyesinde herkesin bilmesi, genel ve temel bilgiler olarak öğrenilmesi ve uygulanması gerekli olan güzel ahlâklara geçilerek her şeyden önce şu on vazife emrediliyor:

36- Birincisi, Allah'a ibadet ve kulluk ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayıp samimiyet ile ibadet etmek. İkincisi, anneye babaya iyilikle muamele etmek. Üçüncüsü, akrabalara iyilik. Dördüncüsü, yetimlere iyilik. Beşincisi, yoksullara iyilik. Altıncısı, yakın komşuya iyilik ki evi yakın olan veya akrabadan olan komşu. Yedincisi, uzak komşuya iyilik ki ya evi uzak olan veya akrabadan olmayan komşu veya müslüman olmayan komşu. Hz. Peygamberin bir hadisinde buyurulmuştur ki: "Komşu üç kısma ayrılır. Birisinin üç hakkı vardır; komşuluk hakkı, yakınlık hakkı ve İslâmiyet hakkı. İkincisinin iki hakkı vardır; komşuluk hakkı ve İslâmiyet hakkı. Üçüncüsünün bir hakkı vardır; komşuluk hakkı ki bu kitap ehlinden ve Allah'a şirk koşan komşudur." Sekizincisi, yanındaki arkadaşa iyilik. Bu da öğrencilik, sanatkarlık, yolculuk gibi herhangi bir faydalı işte beraber bulunan arkadaş ve yoldaş demektir. Bu mânâ koca ve karıyı da kapsar. Dokuzuncusu, yolculuktan gelen misafire veyahut herhangi bir misafire iyilik. Onuncusu, ve elinizin altındaki köle ve cariyelere iyilik. "Allah böbürlenen ve öğünenleri sevmez." "MUHTAL" kibirlenen "FEHUR" öğünen, böbürlenen demektir ki, Allah bunları sevmez. Bilhassa o cimri kibirlenenler ki

37-41- hem kendileri cimrilik ederler, hem de insanlara cimriliği emrederler. Bazı yahudilerin Ensar'a karşı mallarınızı muhacirler için harcamayınız, fakir düşmenizden endişe ediyoruz, diye nasihat etmeye kalkışmaları bu âyetin indirilmesine sebep olmuştur. Bir de Allah'ın sırf lütuf ve kereminden kendilerine vermiş olduğu malı ve ilmi gizleyenler hele o gösteriş için harcama yapan böbürlenenlerdir ki, Burada Hz. İsa hakkındaki "Aralarında bulunduğum sürece onlara şahit oldum." (Maide, 5/117) hitabı ile tanık olarak getirilen şahid mânâsına geldiği ve her ümmetten şahid de o ümmetin peygamberi olduğu müfessirler tarafından açıklanmıştır. Yani bilir misin her ümmetten bir şahid getirdiğimiz, Ey Muhammed! Seni de o şahidler üzerine şahid getirdiğimiz vakit, o kıyamet günü o kâfirlerin hali ne olacak?

42- İşte cevabı: O gün, inkar edip Peygambere isyan eden kâfirler keşke yere geçmişler, üzerleri düzlenmiş kendilerinden hiçbir iz kalmamış olsa idi, diye isteyecekler ve Allah'tan hiçbir sözü gizleyemezler. Çünkü "Yâsîn" sûresinde geleceği üzere ağızları mühürlenecek, elleri ve ayakları konuşacaktır. İbnü Mesud hazretlerinden şöyle rivâyet olunmuştur ki: Bir gün Hz. Peygamber (s.a.v.) "Bana bir Kur'ân oku" diye emretti. Ben de "Ey Allah'ın elçisi! Bana Kur'ân'ı öğreten sensin" dedim. "Başkasından dinlemeyi severim" buyurdu. Bunun üzerine Nisâ sûresinden başladım, âyetine geldiğimde, Resulullah ağladı, ben de okumayı kestim demiştir.

Burada iç temizliği ile dış temizliği emrinin manevî bir sırrını ortaya koymak ve imandan sonra ibadetin en önde geleni namaz ve namazın ilk şartı da maddî ve manevî pislikten temizlenmek olduğu ve büyük abdest olan guslün de nikah ve aile hükümleri ile ilgisinin pek fazla bulunduğu, bunların yerine getirilmesinin ise her şeyden önce ve idraki korumakla olacağı anlatılmak üzere buyuruluyor ki: